
21 yaşında, yaşamının henüz baharında bir gençti Cem Aydın. Yaşamla, gelecekle ilgili planları, hayalleri vardı muhakkak. Ama bunların içinde düşürüleceği kalleş bir pusudan korunmanın planı yoktu elbette. Çünkü planları arasında güzellikler, mutluluklar, iyilikler vardı. Öyle erkenden, bir gece yarısı gelen hunharca ölüm yoktu.
Ailesi, yakınları, arkadaşları hep aynı şeyi söylüyorlar: “Cem’i neden öldürdüler, anlamıyoruz. O kimseye bir kötülük yapmadı ki! İnsanlara hep iyiliği oldu, ama kötülüğü asla”. Konuştuğumuz herkes, “Onun öldürüleceği aklımızın ucundan bile geçmezdi” diyor. Herkes Cem’e kıyan vahşice saldırının nedenini, bu nefreti, bu gözü dönmüşlüğü anlamakta güçlük çekiyor.
Gencecik yaşında bu şekilde öldürülmeyi hiç mi hiç haketmemişti Cem. 8-10 eli sopalı cani Cem’in gencecik bedenini kana bulamıştı.
Cem hastanede respiratöre bağlanmıştı. Ama hastaneye kaldırıldığında iş işten çoktan geçmişti. Doktorlar da gün boyunca aileye Cem’in komadan uyanmasının mümkün olmadığını söyleyerek, respiratörü kapatma kararını aileye iletmişler, aile mümkün olan son ana kadar umutlarını korumaya çalışmış ve respiratörü kapattırmamıştı. Ama sonunda acılı aile en zor kararı vermişti.
Ertesi gün Cem’in vahşice dövülerek öldürüldüğü sokak rengarenk çiçeklerle, güllerle donatılmıştı. İnsanlar onun için birer-ikişer toplanmaya başlamışlardı. Kalabalık her geçen gün artıyor, aileye ziyaretçi akın ediyor, acılar paylaşılıyor, başsağlığı dileniyordu.
Cem son yolculuğuna uğurlanırken insanların yüreğinde şiddete duyulan öfke vardı. Herkes, onu öldüresiye döven faillerin bir an evvel yakalanmasını, adalete teslim edilmesini istiyordu.
Cem Kopenhag’da toprağa verilirken annesi, ablası, ağabeyi, babası, yakınları ve arkadaşları gözyaşlarına hakim olamadılar ve uzun süre tabuta veda etmekte zorlandılar. Annesi ve ablası uzunca süre mezarın kenarında oturup ağladı.
Sevenleri onu toprağa koyup üzerine toprak serpmeye başladılar. Mezarlıkta büyük bir sessizlik çökmüştü. Kimseden çıt çıkmıyordu. Sonra insanlar sırayla aileye başsağlığı dileyip ayrılmaya başladılar.
Daha sonra yüzlerce insan onun için Danimarka’nın üç büyük kentinde ve de İstanbul’da toplandı. Bu toplantılarda Cem anılıyor, şiddet kınanıyor ve faillerin bulunması isteniyordu.
Cem için yapılan anma toplantılarında belki de onu katleden o caniler de vardı ya da sinsice, korkakça bir yerlerden onun için toplanan yüzlerce insanı, onun için yapılan görkemli uğurlanışı seyrediyorlardı. Ama korkularından ortaya çıkamıyorlardı.
Ön saflarda yeralan Cem’in annesi, babası, ablası ve ağabeyi metanetlerini korumaya çalışarak beraberlerindeki insanlarla zar zor yürüyorlardı. İnsanların ellerinde onun için yakılmış meşaleler vardı, Cem’in fotoğrafları taşınıyordu. Kopenhag’da sadece bir tek ama anlamlı pankart açılmıştı ve iki kelime yazıyordu üzerinde: “Şiddete son”.
Siyasetçiler meydanda yaptıkları konuşmalarda şiddeti lanetleniyor, faillerin neden hala bulunmadığını soruyordu. Genç rapçılar sahneye çıkarak onun için şarkılar söylüyordu. Şiirler okunuyor, “Başka Cemler ölmesin, şiddet son bulsun” çağrıları yapılıyordu.
Cem’in acılı annesinin duyduğu acıyı ve öfkeyi Hollandalı acılı başka bir anne çok güzel özetlemişti Cem için yapılan anma töreninde:
“Ben, seni törene katılan bir çok kişiden daha iyi anlarım. Benim 22 yaşındaki oğlum da hem de doğumgününden bir gün önce hunharca katledildi. Danimarka’yı sessiz, sakin, huzurlu bir ülke sanıyordum”.
İleri demokrasi ve “medeni” olduklarını öne süren bir ülkede polisin bir aydır eli sopalı katilleri bulamaması kafalarda soru işaretleri bırakmaya başladı. Aynı şekilde böyle medeni bir ülkenin başkentinde eli sopalı 10 kişinin iki arabaya doluşup, adam dövmelerini de anlamakta zorlanıyor insan.
Katillerin bulunması Cem’in ailesinin acısını asla dindirmeyecek, ama suçluların cezasız kalmaması aileyi bir nebze olsun rahatlatacağı gibi, şiddete başvuranları, katilleri cesaretlendirmeyecektir.
- Emeklerin boşa gitmedi, rahat uyu Sadi… - 16/08/2020
- Heykelleri yıkarak tarihi silebilir miyiz? - 16/06/2020
- Danimarka’da normalleşme sürecine girildi - 20/04/2020
- Korona günlerinde aşk… - 19/03/2020
- Nazi işgali altındaki Danimarka’daki basının gözüyle modern Türkiye - 27/09/2016
- Güle güle usta - 18/09/2016
- Sosyal Demokratlar erimeye mahkum - 28/04/2014
- Ne şiş yansın, ne kebap - 29/03/2014
- Bu ülkede yok yok… - 02/03/2014
- Yalanın İcadı… - 29/01/2014
- İçinden Meriç geçen bir yaşam öyküsü - 12/12/2013
- 100 aday, 38 üye… - 26/11/2013
- Bir arpa boyu yol gidilmiş… - 19/10/2013
- Besle kargayı, oysun gözünü! - 28/08/2013
- Oturun oturduğunuz yerde - 24/06/2013
- Avrupalı Türk mü… Hadi ordan! - 23/05/2013
- Dünyanın en güçlü kadınları…! - 24/04/2013
- İfade özgürlüğü tehdit altında mı? - 25/02/2013
- Yalanlara inanmaya devam… - 23/01/2013
- Çocuk olamadan anne olan çocuklar… - 18/10/2012
- Kardeş kanı dökmenin açıklaması ne olabilir ki? - 25/09/2012
- Aynı tas aynı hamam - 24/08/2012
- Siyaseti sevdirmenin yolları… - 18/06/2012
- Alanya: Bir dünya kenti - 06/06/2012
- Pizzacısın sen, pizzacı kal… - 22/05/2012
- 23 Nisan’ın ardından… - 25/04/2012
- Avrupa can çekişiyor - 22/03/2012
- Ateş düştüğü yeri yakıyor - 22/02/2012
- Bu nasıl hükümet! - 25/01/2012
- Göçmenler kimin için önemli? - 15/12/2011
- Biz büyük resme bakalım - 20/11/2011
- Tünelin sonu karanlık - 21/10/2011
- Kaybederken kazanmak… - 27/09/2011
- Türk çocuklarının vize çilesi - 24/08/2011
- Türkler Avrupalı değil… - 20/06/2011
- Arap baharı mı, Avrupa’nın kara kışı mı? - 18/05/2011
- İskandinav modelinin sonu geldi - 27/04/2011
- Bu insanlara kim sahip çıkacak? - 23/03/2011
- Modern köle pazarı - 20/02/2011
- Ölen öldüğüyle kalmasın artık! - 18/01/2011
- Hipnotize olmuş teröristler? - 20/12/2010
- Aşırı sağcılar kimin tetikçisi… - 24/11/2010
- Danimarka’nın varoşları: ‘Gettolar’ - 28/10/2010
- PKU’lu çocuklarımız Danimarka’dan seslendi: ‘Sesimizi duyun’ - 22/10/2010
- Tencere dibin kara… - 21/09/2010
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.