Edebiyat çevirisi, kültürler arasında köprü kurar; farklı dillerde yeniden hayat bulan metinler, evrensel bir ortak dil yaratır.
Hüseyin DUYGU
huseyin.duygu@haber.dk
Evrensel edebiyat kavramı, Alman şair Friedrich Schlegel’in 1798’de romantiklik kavramına bağlı olarak “universalpoesie” (evrensel şiir) bağlantısında geliştirdiği bir anlayış ve yaklaşım biçimidir. Evrensel edebiyat, edebiyatın bütün türlerini kapsamakla birlikte, felsefeyi de içerisinde barındırmaktadır.
Bütün insanlara hitap eden bir sanat yapıtına, yazılara evrensel denir. Onun için edebiyat bir evrenseldir.
Türkiye – Danimarka arasındaki edebiyat iletişimi, karşılıklı yapılan çeviriler ve edebiyat çevirmenliği üstüne düşüncemi kısaca aktarmak istiyorum:
Son 32 yıldır Danimarkalı ve Türk şairlerin katılımıyla Kopenhag’da ve Türkiye’de her yıl Danca-Türkçe Şiir Akşamları düzenlenmesine öncülük ettim. Aziz Nesin, Orhan Pamuk, Dursun Akçam, Osman Bolulu, Erdal Atabek, Kemal Özer gibi yazarlarla Kopenhag’da edebiyat sohbetleri yaptık. Can Yücel, Ahmet Telli, Ataol Behramoğlu, Kemal Özer, Sezai Sarıoğlu, Özkan Mert, A. Kadir Bilgin gibi şairleri Kopenhag Şiir Akşamlarında dinledik. Bu etkinliklerin sağladığı atmosfer sayesinde Nazım Hikmet, Orhan Veli Kanık, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Melih Cevdet Anday, Kemal Özer ve Yunus Emre, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Nazım Hikmet gibi şairlerimizin şiirlerini Danca diline kitap olarak kazandırdık. Orhan Pamuk romanlarının çoğu Danimarka diline İngilizceden çevrildi. Danimarka’da uzun yıllar yaşadım ve orada yüksek eğitim aldım. Türkiye ve Danimarka PEN üyesiyim ve çok sayıda Danimarkalı yazarı şahsen tanıdım. Danimarka edebiyatı hakkındaki bugüne kadar edindiğim bilgimi sizinle paylaşmak istiyorum.
Vikingler, yaklaşık bin iki yüz yıl önce (882) Finlandiya ve Rusya üzerinden İstanbul’a gelmiş, bu kente Miklagaard (Büyük Çiftlik) adını vermişti. Danimarka ile Osmanlı ve Türkiye arsında bilinen en eski ilişki budur. Küçük Deniz Kızı, Çirkin Ördek Yavrusu, Uçan Bavul gibi severek okuduğumuz masalların yazarı dünyaca ünlü Danimarkalı Hans Christian Andersen 1841 yılında İstanbul’a gelir ve bu gezisini ayrıntılı bir şekilde Bir Şairin Çarşısı adlı kitabında anlatır. Aynı günlerde İstanbul’da bulunan Danimarka’nın çok tanınmış ressamı Martinus Rörbye, Boğaz’ın iki yakasında da masal yazarı Hans Christian Andersen’i çizer. Bu eserleri Danimarka’nın kraliyet müzelerinde bugün de sergilenmektedir. Kimi Danimarkalı eğitimcilerin ve sanat adamlarının 19. yüzyıl sonralarında İzmir’de yıllarca kaldıkları biliniyor. Dilimizde kullanılan ‘daniska’ sözcüğünün bu dönemde gösteri yapmak için İstanbul’a gelen sarışın Danimarkalı kızların güzelliğini anlatmak için türetildiği söylenir.
Eserleri dünyanın hemen bütün dillerine çevrilen Hans Christian Andersen (1805-1875) eşsiz bir sanatçıydı. Şiirleri kendi döneminin en iyi şiirleriydi. “Yaşamımın çok güzel, uzun bir şiir olacağını hissediyorum.” demişti. Andersen, iki ayrı çağın ürünüdür. Bir insan ve yazar olarak sürekli gelişmiş ve değişmiştir, kendisiyle ve yaşadığı çevreyle kesintisiz bir diyalog içinde olmuştur. Çıkış noktasını yaşadıklarından alan romanlar da yazmıştır. Bir yapıtında İstanbul anılarına 60 sayfa ayırır. Gezi kitapları yaşam doludur. “Seyahat etmek yaşamaktır.” diyen Andersen, dönemin ünlü sanatçı ve yazarlarıyla tanışmıştır. Hiçbir sanatçı ya da yazar o dönemde onun kadar seyahat etmemiştir. Dünyada ve kendi ülkesinde daha çok masal yazarı olarak tanınır. Dilimizde çok çevirileri vardır. İlk defa orijinal dilden, (Dancadan-Türkçeye) Andersen’in 100 temel eserinin kısaltılmış çevirisini Danimarka’da yaşayan Murat Alpar yapmıştır.
Danimarka’nın üçüncü büyük kenti Odense’de yoksul bir ana babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Andersen, küçük yaşta babasını kaybetmiştir. 14 yaşındayken tiyatro oyuncusu olmak ve bale öğrenmek için Kopenhag’a gitmiş, Ölen Çocuk adlı ilk şiir kitabını bu yıllarda yayımlamıştır. Kendi ülkesine duyduğu nefret ve sevgiyi bir arada işleyerek, ezilen insanların sorunlarını dile getirmiştir. Proleter geçmişiyle bugün de emekçi kesimler arasında çok sevilmektedir. O, sanatından hiç ödün vermeden, kolay anlaşılır bir dil kullandığı için de başka ozanlara pek benzemez. “Güneş ışınını yakalamayı öğrenmelisin” der bir masal faresi. Böyle farelerin sanatçısıdır o.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında kimi Danimarkalı bilim adamları Türkiye’ye çağrılmıştır. Benim de yakından tanıdığım Danimarkalı Lars Thorkild Björn (1934-2024) Türkiye’ye ilk kez 1962 yılında otobüslerle kültürel amaçlı gezi düzenlemiştir. 1960’lı yılların sonunda Türkiyeli işçilerin Danimarka’ya gelmeleri, iki ülke arasındaki ilişkileri pek çok yönden geliştirmiştir.
Çok sayıda Danimarkalı şair de Türkçe’ye kitap olarak çevrildi. Örneğin Nazım Hikmet’i Danimarka diline çeviren Erik Stinus’un şiirlerinden bir seçki var dilimizde. Yine günümüz Danimarka’sının Ahmet Telli’si ya da Ataol Behramoğlu’su şair Niels Hav’ın şiirlerinden ikinci seçki benim çevirimle Scala Kitap’an bir ay önce yayınlandı.
“Bir edebiyat metnini yazıldığı dilden başka bir dilde yeniden yazmak ve okumak, yaratıcı ve büyüleyici bir süreçtir. Yaratıcıdır, çünkü çevirmen o edebiyat metnini bir edebiyat okuru ve eleştirmeni olarak okuma/anlama/yorumlama/eleştirme süreçleri sonucunda farklı bir dilde yeni bir metne dönüştürür. Büyüleyicidir, çünkü yabancı bir kültürde üretilmiş bir metin bizim kültürümüzde çevirmen aracılığıyla kendisine bir ses ve yer bulur ve dünyasının kapılarını biz çeviri metin okurları için aralar.”
Yazarlar dünyayı okuyan çevirmenlerdir, içinde yaşadığımız dünyayı ve insan doğasını sözcüklerle resmeder, dil-olmayan’ı dil’e aktarırlar. Kendisi de bir çeviri metin olan edebiyat metnini yazıldığı dilden başka bir dilde yeniden yazma eylemini gerçekleştirenler ise edebiyat çevirmenleridir. Edebiyat metinleri onların sayesinde yeni okurlarla buluşur, farklı kültürlerde yeni yaşamlar sürerler.
Bana göre iyi bir edebiyat çevirmeni, önce kendi dilini en iyi şekilde öğrenmeye çalışmalı, kültürel olarak ortalama insanın üstünde kendini yetiştirmeli, çeviri yapacağı dili de kendi anadili kadar bilmeli ve o dilin konuşulduğu ülkeyi, insanını ve kültürünü biraz da olsa tanımalı.
Andersen’in masalları 100 den fazla dile çevrildi, son 180 yıldır onun masallarıyla büyümeyen çocuk yok. Orhan Veli’nin çevirisiyle, ilk basımı 1948’te yapılan “La Fontaine’in Masalları” o tarihten bugüne birçok kez basıldı. Nazım Hikmet’in şiirleri 50 den fazla dile çevrildi, Pablo Neruda’nın şiirleri de nerdeyse bütün dünya dillerine çevrildi.
Bana göre şiir yazmak, olanaksızlıkla uğraşmak, anlatılamamış olan bölgeye girmektir. Şiir yeni evrenseller yaratarak sınırı aşmayı denemektir… Şiir yazmak, sözcüklere özgürlük vermek, gene de her şeyi söylememektir. Bir şiirin, okuyan için ne anlama geldiğini bilemem ama o şiiri, çevirirken bende uyandırdığını, başka bir insanda da uyandırıyorsa, daha ne istenebilir ki?
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.