Pandemi sonrası hız kazanan kırsala dönüş, Türkiye’de bilinçli topluluklar hareketine dönüştü. Yeni kuşak, dayanışma, adil paylaşım ve sürdürülebilir yaşam ilkeleriyle kendi köylerini kuruyor. Trakya’dan Ege’ye, Karadeniz’in dağlarına uzanan bu “mini köyler”, doğayla uyumlu yaşamı ve birlikte var olmanın felsefesini yeniden tanımlıyor.

Hüseyin DUYGU
huseyin.duygu@haber.dk
Türkiye’de kırsal nüfus, yaşam standartlarını yükseltmek ve sanayileşen kentlerin iş gücü açığını kapatmak hedefiyle uzun yıllardır büyük kentlere göç ediyor. Ancak dünya genelinde, özellikle son yıllarda, kentlerle ilgili fiziksel, ekonomik ve sosyal endişelerle gerçekleşen, tersi yönde bir göç hareketinden de bahsetmek mümkün. Bu hareket, doğayla iç içe yaşamanın ve tarımsal üretimin öneminin daha iyi anlaşıldığı pandemi dönemiyle birlikte daha güçlü bir eğilim haline gelmiş durumda.
Son yıllarda bir dizi edebi eser de, kolektifi bir kez daha varoluşsal olarak destekleyici bir ağ haline getirecek konuları ele alıyor. Yeni kuşak, bağlı topluluklar, çalışan topluluklar, büyülü topluluklar hayal ediyorlar. Şu soruyu soruyorlar: Tek başımıza hareket etme fikrinden vazgeçersek, başaramayacağımız ne olabilir ki? “Hepimiz birimiz birimiz hepimiz için” sloganı ile yola çıkmaktan söz ediyorlar.
Kırsal kesimlerde bir grup insan kendi mini topluluklarını kurmaya başladılar. Toprağı işliyorlar, birbirlerini seviyorlar, kavga ediyorlar – ve idealist yaşam tarzları için savaşıyorlar. Trakya’da, Karadeniz’in dağlarında, Ege’nin yamaçlarında gördüm bu yeni yerleri.

“Birlikte köy hayatının bir parçasıyız,” diyor bu insanlar. “Bir grup olarak hayatta kalmak ve bitkiler, hayvanlar ve toprak için yaşamı sürdürmek için.” Köy, hem somut bir yaşam biçimi hem de birbirine bağlı, tanımlanmış bir topluluk onlar için.
Modern yaşamın getirdiği tüketim çılgınlığı, doğal kaynakların hızla tükenmesi ve toplumsal yabancılaşma, birçok insanı alternatif yaşam modelleri aramaya itiyor. Bu arayışın en somut ve başarılı örneklerinden biri de pandemiden sonra kırsalda kurulan mini topluluklar. Ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlarıyla bütünleşik bir şekilde bilinçli yaşıyor bu insanlar. Sadece çevre dostu uygulamaları değil, aynı zamanda güçlü topluluk bağlarını ve kolektif bilinci de merkezine alan bu yerleşim yerleri kuruyorlar.
Benim gördüğüm bu mini topluluklar, geleneksel köylerden farklı olarak, bilinçli bir tasarım ve kolektif bir niyetle kurulmuş. Temel amaç, insan faaliyetlerini doğal dünyayla uyumlu hale getirirken, aynı zamanda derin ve anlamlı insan ilişkileri kuran canlı bir topluluk inşa etmeye çalışıyorlar. Bu yeni mini köyler; sadece organik tarım yapılan ya da yenilenebilir enerji kullanılan yerler değil, aynı zamanda katılımcı karar alma mekanizmalarına adil paylaşım ekonomilerine ve çatışma çözümüne de odaklanan sosyal deneyim yerleri. Bu mini köylerin asıl amacı, endüstriyel toplumun doğa ve insan üzerinde yarattığı yıkıcı etkiyi tersine çevirmek ve onunla uyum içinde yaşamanın pratik yollarını göstermektir.

Kalabalık modern kent yaşamında sıklıkla kaybedilen ait olma duygusu, karşılıklı dayanışma ve sosyal destek ağları, bu köy yaşamının merkezinde yer alır. Bu, bireylerde yalnızlık ve depresyon riskini azaltabilir. Ayrıca, katılımcı yönetim modelleri sayesinde bireyler, yaşadıkları topluluk üzerinde gerçek bir söz sahibi oluyorlar, bu da güçlü olma ve sorumluluk duygusunu geliştiriyor.
Köy enstitülerini kapatan ve şu anda da müfredattan felsefe derslerini kaldırıp, amacı sadece öğrencilere Matematik öğretmek olan Nesin Matematik köyünü bile hazmedemeyen bir kafalar yok bu yeni mini köylerde.
Eskiler her ne kadar yeni gençliği beğenmeseler de. Ben yeni kuşağın daha çalışkan, daha akıllı ve daha ahlaklı olarak Avrupa standartlarına daha yakın görüyorum ve onlardan umutluyum.





























Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.