Her yıl aynı yangın, aynı ihmalkârlık, aynı suskunluk. Ormanlarımızla birlikte sadece doğa değil, belleğimiz de yanıyor…

Foto: Abdullah Gürgün
Cengiz KAHRAMAN
cengiz.kahraman@haber.dk
Her yaz aynı manzarayı izliyoruz. Kameralar yine dumanları çekiyor, yine geç kalınmış, yine yetersiz ve yine gözlerimizin önünde cayır cayır yanıyor yeşil vatan.
Ama artık sadece ağaçlar değil, aklımız da tutuşuyor, vicdanımız da, eğer kaldıysa…
Ormanlarımız yanıyor. Yeni değil bu. Yıllardır her yaz, bir yazgı gibi. Yangınlara dair yapılan açıklamalar da neredeyse değişmiyor. Yetkililer genellikle sıcaklıkların mevsim normallerinin üzerinde seyrettiğini, ekiplerin müdahale ettiğini ve yangının çıkış nedeninin araştırıldığını söylüyor.
Çoğu zaman da sabotaj ihtimali dile getiriliyor. Sanki sabotaj şüphesi, eksiklikleri, ihmalleri mazur gösteren sihirli bir gerekçe. Bu yangınların en harlı fitili. Sanki ihmal, buharlaşıyor. Ancak bu açıklamalar, yaşanan kayıpların acısını hafifletmeye yetmiyor. Çünkü her yangın, sadece doğayı değil; yaşam alanlarımızı, ekonomiyi ve kolektif hafızamızı da yakıyor.
Bu ülkede “yangın mevsimi” var artık. Deniz sezonuyla eş zamanlı başlıyor. Birileri mayo çantasını hazırlarken, başkaları piknik için mangalını. Biri ormanda izmaritini atıyor yere, ardından bir otel firması ellerini ovuşturuyor: “Buraya güzel tesis olur.”
Ve sonra bir yetkili çıkıyor, ezberden konuşuyor: “Yanan alanlar yeniden ağaçlandırılacaktır.”
Oysa biliriz biz, yanık yer ağaç tutmaz artık, beton tutar. Kira getirir, imar açılır, müteahhit gelir. Çamların yerini çimentolar, kuşların yerini jeneratörler alır.
Orman yangınlarıyla birlikte aslında çok daha fazlası zarar görüyor. Orman sadece ağaç değil, soluduğumuz havadır. Biyolojik çeşitliliğin; arının, kuşun, böceğin, sincabın, kirpinin barınağıdır. İklim dengesi için hayati önem taşır, küresel ısınmayı yavaşlatır, erezyonu önler, doğal afetleri azaltır. Orman bir ekonomidir, bir ruhtur, bir kimliktir, şimdi tüm bunlar kül oluyor.
Yangınlarla mücadelede büyük bir emek veriliyor. Orman işçileri, gönüllüler, yerel halk canla başla çalışıyor. Ellerinde hortumlarla göğüslerini alevlere siper ederek canlarını verenler var. Ancak bu çabaya rağmen kimi zaman yangınlar büyüyor, kontrol altına alınamıyor. Bu da doğal olarak “Neyi eksik yapıyoruz?” sorusunu gündeme getiriyor.
Bu soruya verilebilecek birçok yanıt var. Yangınla mücadele teknolojilerinin güçlendirilmesi, erken uyarı sistemlerinin yaygınlaştırılması, orman köylerine yönelik eğitimlerin artırılması, ekipman desteğinin sağlanması ve riskli bölgelerde önleyici tedbirlerin alınması gibi pek çok yapıcı adım mümkün. Sorunların çözümü için yalnızca kriz anlarında değil, yangın mevsimi öncesinde planlı, sistematik çalışmalar yapılması gerekiyor.
Bu mesele yalnızca bir kurumun ya da bir yetkilinin sorumluluğunda değil. Bu, hepimizin ortak sorumluluğu. Çünkü ormanlar yalnızca oralarda yaşayanların değil, şehirde nefes almak isteyen herkesin ortak değeri. Doğayı korumak, yangınları önlemek ve geleceğe yeşil bir ülke bırakmak hepimizin görevi.
Her yangından sonra geriye kalan küller, sadece toprağın değil, vicdanların da ne kadar kuruduğunu gösteriyor. Ancak yine de umut var. Çünkü her külden bir filiz çıkabilir. Yeter ki bu acı tecrübeler unutulmasın. Yeter ki her yaz aynı yangınları yaşamamak için ortak bir irade oluşsun. Bunun için de bugünden düşünmek, planlamak ve hazırlıklı olmak gerekiyor.






























Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.