Danimarka gibi demokratik bir ülkede kadın haklarının daha da kökleşmesi için daha o yıllarda sanatıyla mücadele veriyordu. Kadının adı da yeri de her alanda tam olmalıydı. 1970’li yıllarda Mette Knudsen ve Li Vilstup adlı iki meslektaşı ile birlikte “Erkek Gibi Davran” adlı bir komedi sinema filmi yaptı.
Bu film orta yaşlarda Ellen adlı bir kadının deprasyona girmesi beklenilirken, kendi yaşamında devrim yapmasını ana tema olarak işliyor. Ellen bu filmde doktoruyla kapışıp ilaç yerine kendine köpek alıyor, bunalıma giriyor, çalıştığı bürodaki erkeklere yönetici oluyor, doktor kadın arkadaşının hemşireleri erkeklerden oluşuyor, tipik kadın işi diye bilinen mutfak işlerini erkekler yapıyor. Eşit işe eşit ücret mücadelesinin yoğun konuşulduğu bu yıllarda film büyük ilgi gördü. Bildiğim kadarıyla İskandinav ülkeleri dışında Almanya, İngiltere, Hollanda ve Japonya’da da film gereken ilgiyi gördü.
Bugüne kadar yaptığı 20 filmi de televizyonda gösterilen Elisabeth Rygaard, çocukların yaratıcılığı ve düşleri üstüne de kimi filmler yaptı. Bu çocuk filmlerinden iz bırakanlardan biri de çocuk gözüyle anne ile babanın boşanma sürecini işleyen kurgu filmdir. Çocukluk yaşamının yetişkin yaşlardaki önemi, Pakistan’daki kadın hakları mücadelesi anlatan filmleri de Elisabeth Rygaard’ın sanatını görünür kılmışlardır.
Elisabeth Rygaard kadını ana tema olarak işleyen yeni bir belgesel filmi geçtiğimiz ay gösterime sundu. Filmin adı ”Vera’nın Öyküsü” . Bilindiği gibi 9 Nisan 1940 tarihinde Danimarka, Almanya tarafından işgal edildi. Beş yıl süren işgal döneminde çok sayıda Danimarkalı yurttaş ve ilerici aydın ve gençler Almanlara karşı direniş gösterdiler. Bu direnişe katılardan bir kısmı Naziler tarafından öldürüldü. Bu öldürülmeler Danimarka tarih kitaplarında kısmen yada çarpıtılarak yer aldı. Özellikle şu iki konuya hiç yer verilmedi: Birincisi Almanlara karşı verilen direnişte aktif olan kadınların yeri, ikincisi ise Danimarka Kralı ve hükümetinin teslimiyetçi tutumu. Elisabeth Rygaard’ın “Vera’nın Öyküsü” adlı bu yeni belgesel filmi, Vera isimli bir kadının işgal yıllarında verdiği mücadeleyi belgeleriyle sunuyor. Tıpkı Kurtuluş Savaşı sırasında, savaşa savaşçı olarak katılan, “öküzümüzden sonra gelen” Anadolu kadınını Nazım Hikmet’in “Memleketimde İnsan Manzaraları” destanında dile getirdiği gibi.
11 Nisan 2010 günü Kopenhag yakınlarındaki Vanlöse semtinde Elisabeth Rygaard bu yeni filmini tanıttı. Filmi izleyenler arasında 1940-45 yılları arasında direnişe katılanların da olması beni çok sevindirdi. Elisabeth Rygaard burada yaptığı konuşmada, İkinci Dünya Savaşı sırasında Danimarka’da olup bitenlerden çoğu kişinin çok az şey bildiğini söyledi. O dönemki Danimarka Hükümeti’nin 400 komünist ve sendikacı Danimarkalının adını Nazilere verdiğini ve yine o dönemki Danimarka Millet Meclisi’nin komünist milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırdığını çok kimsenin bilmediğini vurgu yapan Elisabeth Rygaard, dönemin Danimarka Kızılhaç Örgütü’nün başkanının da azılı bir nazi taraftarı olduğunu söyledi. İşgal yıllarında çok sayıda kadının aktif bir şekilde Nazilere karşı mücadele ettiğini ve bundan dolayı da bu kadınlardan biri olan Vera Vang’in gerçek öyküsünden yola çıkarak bu filmi çektiğini dile getirdi. Aynı toplantıda bir bankanın Elisabeth Rygaard’a verdiği ödülü sunan milletveki Yıldız Akdoğan, yaptığı içerikli konuşmada, Rygaard’ın Danimarka film sanatına verdiği kaliteli katkısını ve kadın hakları mücadelesindeki yerini anlattı ve Elisabeth Rygaard’ı kucaklayarak kutladı.
Elisabeth Rygaard insan yaşamını içeren çok çeşitli film yaptı. Bir dönem yıllarca Türkiye’de yaşayan, iyi Türkçe bilen ve Nazım Hikmet Komitesi üyesi olan Henrik Nordbrandt’ın yaşamını anlatan bir filmi de 1990 yıllarda Türkiye’de çekti.
Danimarka’nın bu başarılı film yönetmeninin yaptığı önemli filmlerinden biri de hiç kuşkusuz ”Gönlümdeki Köşk Olmasa”. Türkiye’den Danimarka’ya işçi olarak gelen bir baba ile müzisyen oğlunun öyküsünü geriye dönüşlerle ele alan bu film, halk kültürünün görsel ve ritmik yönünü şiirsel bir bakış açısı içinde izleyiciye sunuyor. Danimarka’da yaşayan Yüksel Işık’ın kendi yaşam öyküsünden esinlenerek yazdığı hem gerçekçi hem de şiirsel senaryoya dayanan bu film, yaşamın zorluklarıyla yüzleşmek zorunda kalan bir oğlan çocuğunun aynı köyde yaşayan Aşık Veysel’le olan ilişkisini de görünür kılıyor.
Bence yönetmen bu filmle bir çok farklı kültürü, şiiri, müziği günümüze taşıyor. Aşık Veysel felsefesini ve türkülerindeki zenginliği, oğlan çocuğunun gözündeki sevgiyle gösteriyor. Şiir ve müziğin evrensel işlevini ve kültürlerin buluşmasını film sanatıyla bize sunuyor. Elisabeth Rygaard, Gönlümdeki Köşk Olmasa filmi izleyenlerin gönlünde taht kurmayı başarıyor.
“Gönlümdeki Köşk Olmasa” filminden tanıdığımız Danimarkalı yönetmen Elisabeth Rygaard, 1970’li yıllarda ateşli bir feministti, kadın hakları savunucusuydu.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.