Tandoğan Uysal’ın hikayesi: Haberin kokusunu herkesten önce alan, gazeteciliği tutkuyla yaşayan ve İsveç’te yıllarını haber peşinde geçiren bir gazetecinin anıları ve mesleğe olan bağlılığı.
Birkaç haftadır Stockholm’deydim.
Dakika bir gol bir; salya sümük, öksürük, tıksırık, yatağa düştüm.
Bafa’da havalar 18 dereceyi görürken Stockholm’ün -1’i beni tuşa getirivermişti.
Kraliyet Kütüphanesinde çok işim vardı; birkaç kez gidebildim.
Müzeleri dolaşmalıydım; yalnız Tarih Müzesi’ne uğrayabildim.
Yapmam gereken söyleşiler vardı; bir tek Latife Fegan ile gerçekleştirebildim.
Görmem gereken pek çok dostum vardı; sadece Tandoğan Uysal’ı görebildim. O da son gün…
Tandoğan, hakkımda çok hoş bir yazı yazmıştı.
Kendisini ziyaret edip son kitabım, Bir Daha Asla’yı armağan ettim.
Eve geldim, bir de ne göreyim ben daha yoldayken, beni ve kitabımı anlatan bir yazı daha yazmış!
Yorum yaptım: Gölgesinden hızlı silah çeken Red Kit’e benziyorsun Tandoğan, maşallah!
…..
Tandoğan, İsveç’e geldiğinden beri tanıdığım bir gazetecidir.
Onu diğer gazetecilerden ayıran en önemli özelliği, müthiş bir haber kokusu alma yeteneği ve hızıdır.
Bir örnek:
2006 yılı Aralık ayında Orhan Pamuk Nobel Ödülü’nü almak üzere Stockholm’e geldi.
Ben ödülün Orhan Pamuk’a verildiğini önceden biliyordum. Çünkü Nobel yetkilileri, Akademi Sekreteri Horace Engdahl’in konuşmasını ve Orhan Pamuk ile ilgili hazırladıkları yazıları benim Türkçe’ye çevirmemi istemiş; bana gizlilik anlaşması imzalatmışlardı. Gazeteci de olsam gıkımı çıkarmam mümkün değildi.
Sevgili Claire Kaustel’e de Orhan Pamuk’un toplantıda okuyacağı “Babamın Bavulu” başlıklı yazısını çevirme görevi vermişlerdi.
Toplantı akşamı geldi çattı. Koyu renk takımlarımızı giydik, kravatlarımızı taktık. Stockholm Gamlastan’daki (Eski Kent) Nobel binasının muhteşem salonunda yerlerimizi aldık.
Akademi görevlisi, Orhan Pamuk’u takdim ettikten sonra okuma sırasında resim çekilmemesini rica etti ve kürsüyü Orhan Pamuk’a bıraktı.
Kral ve kraliçeden tutun da İsveç’in en kalbur üstü yurttaşları, yabancı elçiler, yerli ve yabancı gazeteciler rahat sandalyelerine kurulup sessizce Nobel Ödülü sahibini dinlemeye başlamışlardı ki, Kırkpınar meydanına çıkıp peşrev çeken başpehlivanlar gibi Tandoğan fırladı meydana; ŞAK! ŞAK! ŞAK! ŞAK! ŞAK! ŞAK!.. Dört döndü meydanda… Sadece Orhan Pamuk’un değil, kraldan tutun da bizim büyükelçiye, konuklara dek herkesin resimlerini çekti… Ve VINNN!.. Ardına bakmadan kayboldu ortadan.
Hürriyet Gazetesi’ndeydi o sıra. Herkesten önce haberi resimle beraber yetiştirmek istiyordu. Orhan Pamuk’un okuyacağı metin zaten basılmış dağıtılmıştı. Herkeste vardı AMA ya resim?!.
Yerli yabancı hiçbir gazeteci aynı şeyi yapamadı.
Orhan Pamuk’un Nobel binası salonunda babasının bavulunu anlatırken çekilen tek resmi Tandoğan’ın çektiği resimdir.
…..
Tandoğan daha lisede iken ANKA’da çalışmaya başlamış. Haber bülteni dağıtmış. Elektrikler kesilince jeneratörü çalıştırıyormuş. Bakmışlar ki, zeki, girişken çalışkan ve becerikli çocuk; gazeteciliğe de hevesli; “haberleri oku, nasıl yazıldığını öğren” demişler. Okuyup ufak ufak yazmaya başlamış.
Kemal Ilıcak’ın bir basın toplantısına göndermişler. Güzel, okkalı bir soru sormuş Ilıcak’a ve Ilıcak’ın ilgisini çekmiş. Yanıt vermeden önce sormuş, “sen kimsin, kimlerdensin bakayım?”
Tercüman’a transfer olmuş Tandoğan.
Oradan, oraya derken, Türkiye yetmemiş, İsveç’e geldi.
Malum hikaye… Aşk, meşk, iki güzel, başarılı kız çocuğu…
Bu arada bizimle tanıştı.
İsveç radyosunda çalıştı. İsveç’te yayınlanan Türkçe dergilerde yazdı. Halkın içine girip güzel röportajlar yaptı. Dinleyicinin, okuyucunun sevgisini kazandı.
Kralın Fotoğrafçısı Erhan Güner’in ajansı kanalıyla çektiği fotoğrafları sattı.
Parasını çar çur etmedi. Bir lokantaya ortak oldu. Sonra bir başkasına…
Şimdi kendisine ait hem Stockholm’de bir hamburger, sosis büfesi hem de, Bodrum’da, İsveç Prensesi Viktoria’nın adını verdiği pizza lokantası var.
“Bodrum’a İsveç pizzasını getiren adam” ünvanına da sahip sizin anlayacağınız.
Ama yazmayı bırakamıyor. Bodrum gündem ve Muğla Gazetesi’nde yazıyor. Bir de “İsveç’te Biz Varız” diye bir grup kurmuş; Ha bire yazıyor.
Artık herşey kolay. Saatlerce teleks başında yazı yazmak, fotoğrafı banyo edip telefax ile göndermeye çalışmak, çektiğin filmi bir yolcudan rica edip Türkiye’ye göndermek bitti. Şimdi cep telefonu ve internet her işi yapıyor. Yazmaya bile gerek yok sen konuş o yazsın ya da doğrudan gazeteye, radyoya, televizyona gitsin.
Tandoğan da hamburger pişirmediği zaman geçiyor cep telefonunun başına; başlıyor birşeyler yazmaya.
Herkesin iyi yönlerini öne çıkarıyor. Tanımadığı da yok ki! Herkesi yazıyor. Eskilerin deyimiyle kadirşinaslık yeni Türkçeyle değerbilirlik gösteriyor. Milletin gönlünü alıyor.
Ama şunu da söylemeliyim: Tandoğan yurtseverliğinden de ödün vermez.
2002’de Aftonbladet gazetesi turizm eki çıkarmış, yayınladığı haritada Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerine “Kürdistan” yazmıştı. Üstelik yazı Türkiye Turizm bürosunun parasıyla çıkarılmıştı. Tandoğan o zamanki büyükelçi Selim Kuneralp’ten (1) bir demeç almıştı.
Kuneralp “Olur böyle şeyler, İsveçliler yapar” yollu umursamaz birşeyler söylemişti. Tandoğan bunu haber yapınca Türkiye’de büyük yaygara kopmuş Selim Kuneralp Güney Kore’ye sürülmüştü.
Tandoğan şimdi “İsveç’te Biz Varız” grubundaki yapıcı yazılarla oldukça dağınık durumdaki, birbirini çekemeyen, çelmeleyen Türkleri toparlamaya çalışıyor. Herkesi bu çabaya destek olmaya çağırıyor.
Umarım başarır.
Yazıyor, yazıyor.
“Gazeteci olunmaz; gazeteci doğulur” diyor.
Doğru diyor.
Ben de, “Onun adı Tandoğan değil; Habercidoğan olmalıymış” diyorum.
Milli Mücadele ve Atatürk karşıtı olduğu için linç edilen gazeteci, siyasetçi Ali Kemal’in torunu. AB’nin temsilcisi, Türkiye karşıtı Karen Fogg ile gizli e-posta yazışmaları “Karen Fogg’un E Postalları” ismiyle kitap yapılmıştı.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.