Bölgesel farklılıklar olsa da yiyecek, giyim- kuşam, düğün- dernek gibi alışkanlıklar aynı ülke sınırları içinde birbirine benzer. Sofra geleneğinden misafir ağırlamaya kadar birçok alışkanlık milli ortak değerlerin temsilcisidir.Japonlar saygılı, Almanlar disiplinli Türkler misafirperver gibi her ülkede öne çıkan farklı değerler vardır. Ülkenin tarihsel süreci, coğrafi ve iklim yapısı, ekonomik şartları bu tür değerlerin öne çıkmasında etkilidir. Bu nedenle birtakım gelenekler ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir. Değişen ekonomik ve sosyal koşullar bir ülkenin kendi geleneklerinin zamanla değişime uğramasına neden olur. Bunlardan birisi de düğün geleneğidir.
Ben çocukluğumun köy düğünlerini çok severim. Perşembe günü “bayrak töreni” ile başlardı. Akşam üzeri erkek tarafının evinin çatısına asılan bayrak düğünün başladığını ilan eder, o gün tüm köye ziyafet verilirdi. Uzaktaki akrabalar yavaş yavaş düğün evine gelmeye başlar, önce düğün evine sonra da misafir edilecekleri evlere giderlerdi. Düğüne bütün köy birlikte hazırlanır, uzaktan gelen akraba ve dostları konuk etmek için herkes sıraya girerdi. Birkaç gün önceden yufkalar, köy ekmekleri yapılır, sarmalar sarılır, koyunlar, tavuklar kesilir, yoğurtlar mayalanır, davul ve zurna ustaları bayrak günü gelir, düğün sonuna kadar misafir edilirdi. Kız evinde ayrı bir telaş olurdu. Gelinin kendi elleriyle hazırladığı çeyizler sergilenir, gelen misafirlere gururla gösterilir, sonra çeyiz sandıklara özenle yerleştirilir ve oğlan evine yine törenle giderdi çeyizler. Genç kızlar çeyizleri gelinin yeni evinde tekrar konukların beğenisine sunmak üzere sergilerdi. Damadın ailesi çeyiz getirenlere hediye ya da bahşiş dağıtır, ziyafet sofraları kurardı.
Cumartesi kına gecesi olur, düğün ve ziyafet kız evine taşınırdı. Kına yakma töreni çok eskilere dayanıyor. Bir çeşit kutsama, sunma ve kutlama anlamlarına gelen kına yakma töreni evlenen çiftlerin mutlu bir yuvaları olmasını dilemek anlamına gelir. O yüzden kınayı yakan kadının mutlu bir evliliğinin olması, annesi ve babasının halen hayatta olması ve büyük bir acı yaşamamış olmasına dikkat edilir. Böylece kınayı yakan kişinin mutluluğu ve şansının yeni evlenenlere geçtiğine inanılır. Gelin kınası bolca yapılır, içine altın ya da bozuk para konularak genç kızlara dağıtılır. Kınanın içindeki parayı bulanın şansının açılacağına inanılırdı.
Düğün merasimleri birbirini sık görmeyen akrabaların bir araya gelerek sohbet etmeleri, hasret gidermeleri için çok büyük bir fırsat olurdu. Evlerin avlularına kurulan çadırlarda sofralar kurulur, yemek şerbet, çay, ayran kahve ikramlarının arkası kesilmezdi. Gençler sabahlara kadar sohbet eder, eğlenirdi. Misafirler davul zurna ile avlu kapısının önünde karşılanırdı. Düğün sahiplerinin misafirlerini rahat ettirmesi çok önemliydi. Gelin alma töreninden sonra uzaktan gelen akraba ve misafirler yavaş yavaş geri dönmeye başlarlar, misafirler düğünden elleri boş gönderilmez, gelinin çeyizinden ya bir havlu, ya bir yazma hediye edilir, düğün yemeklerinin yanı sıra torbalarına et, ekmek gibi yiyecekler de konurdu. Misafirleri iyi ağırlamak kadar iyi uğurlamak da çok önemliydi. Ev sahipleri her misafirini teker teker şükran dilekleriyle yolcu ederdi. Şimdi böyle düğünlere hemen hemen hiç rastlanmıyor. Kına gecesi ve gelin alma törenleri halen yapılıyor ama, ekonomik ve sosyal koşullar bu gelenekleri değiştirdi.
Danimarka’da yaşayan bizler de çok uzun zamandır düğünlerimizi burada yapıyoruz. İlk zamanlar düğünler büyük spor salonlarında çok kalabalık davetlilerle yapılıyordu. Sadece düğünün yapıldığı şehirde oturanlar değil, uzak yakın şehirlerden tüm tanıdıklar düğünlere davet edilirdi. Eğlenmeye, halay çekmeye, horon tepmeye susamıştık o zamanlar. Saz çalabilen bir avuç insan vardı, davul zurna hemen hemen hiç yoktu. Yine de düğünün başladığı saatten son misafirler gidene kadar hiç duraksız çalan müzik ve hemen hemen hiç boşalmayan, tıklım tıklım oyun pisti kalmış aklımda. Düğün salonuna kendi başınıza girip, tanıdıklarınızın yanına oturuyor, yine kendi başınıza çıkıp gidiyordunuz. Düğün sahipleri davete icabet edenleri çekilen video filmlerinde görürdü. Benim türk gelenekleriyle bağdaştıramadığım düğün sahiplerinin misafirlerini karşılamaya ve uğurlamaya özen göstermemesi olmuştu. Bir de sanki zorunluluktan ikram edildiği algısı yaratan yemek ve içeceklerin sunuluş biçimi.
Zamanla düğün yapma alışkanlıklarımız değişime uğradı. Şık ve lüks düğün salonları, herkesin zevkine hitap eden orkestralar kuruldu. Davetli sayıları daha sınırlı, düğün sahipleri gelenleri kapıda karşılıyor, şeker, kolonya ikram ediyor. Çay, kahve, içecek, meyve, çerez ikramları sınırsız. Özenle hazırlanmış yemekleri garsonlar sunuyor, düğün pastaları ikram ediliyor. Gelin ve damadın salona girişi bile özel bir törene dönüşmüş durumda. Düğünlerimizin ruhu değişti, kalitesi arttı. Değişen öncelikler ve elimizin altındaki olanaklar geleneklerimizin özünde olumlu değişikliklere fırsat verdi.
Düğünler hasret gidermek, arkadaşlarla dostlarla sohbet etmek, yeni dostluklar kurmak için iyi bir fırsat. Ama yüksek sesle ve hiç aralıksız çalan müzik, değil sohbet etmeye, kendi düşüncelerinizi bile duymaya fırsat vermiyor. Eğlencenin çeşitleri olabildiğini, müziğin halay çekmeden ya da horon tepmeden de dinlenebildiğini, hafif ve rahatlatıcı müziğin yemeği daha zevkli bir hale getirdiğini, evlenen çiftlerin misafirlerine teşekkür etmesinin bir nezaket kuralı olduğunu, birlikte söylenecek türkülerin düğüne farklı bir renk katabileceğini, düğün salonunun akustik yapısının müziği gürültü haline getirdiğini fark ettiğimizde düğünler daha cazip ve zevkli olacaktır.
Geleneklerimizi yaşatmamız, toplumumuzun birbirine kenetlenmesi için gerekli. Sevinçler paylaşıldıkça çoğalır.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.