İsmail Haboğlu: Yüreği Cumhuriyet ve insan sevgisiyle çarpan ödünsüz bir kalem

İsmail Haboğlu (sağ)
Ödünsüz ve korkusuz yazar sözü günümüzde çok az insan, yazar, çizer için kullanacağım bir deyim kuşkusuz. İsmail Haboğlu bu nitelikleri taşıyan iyi bir yurtsever, cumhuriyet değerlerine bağlı güçlü bir kalem ve köşe yazarıydı.
26 Şubat öğleden sonra vefatını sosyal medyadan öğrendiğimde bir dostun, bir güzel insanın daha misafir olduğumuz bu dünyadan, biraz da erken ve beklenmedik bir anda, bir yıldız gibi kayıp gidişine üzüldüm.
Yaşamın en acı ve değişmeyen gerçeği ile yüzleşmek insanı üzüyor ve içini buruyor. İnsan sevdikleri ve dostlarının azalması ile sanki kendi de ömründen taksit taksit bir şeyler kaybediyor.
17 Ocak 1951’de Çorum’da doğan, çarpmaya başlayan yürek, 26 Şubat 2025’de İstanbul’da durdu. 74 yıl bu yürek iyilik, güzellik, insanlık ve cumhuriyet değerleri için çarptı. Ne yıldı, ne korktu ne de sustu.
Çorum Haber Gazetesi’nden köşe yazarı arkadaşımdı. Vefatından 20 gün öncesine kadar hasta ve nefes almak vermekte zorlanmasına rağmen son yazısını yazdı. “Gülümsemek” üzerine bir öykü. “İnsan sevgisini” konu alıyor. Kendisi can çekişirken “İnsan Sevgisi” üzerine makale yazana sadece “insan” demek yavan kalır. “Güzel insandı o” diyorum. Çorum ve Alanya bir güzel insanını, yürekli bir yazarını, güçlü bir kalemini kaybetti. Ailesinin sevenlerinin yakınlarının ve hepimizin başı sağ olsun. Yolun ışık ve aydınlık olsun.
Çorum’da doğup, büyümesine ve Çorum’un tanınmış köklü ailelerinden olmasına rağmen, uzun yıllardır Alanya’da yaşıyordu. O sadece doğduğu ve yaşadığı yeri değil tüm ülkesini sarsılmaz bir inançla seven iyi bir yurtseverdi. Atatürk milliyetçisiydi.
Alın herhangi bir yazısını okuyun, bunun ne kadar içten buram buram yurt sevgisi, insan sevgisi kokan bir duygu olduğunu göreceksiniz. Her yazısına satır satır işlendiğini göreceksiniz.
Bundan iki ay kadar önceydi, Alanya’ya yolum düşmüştü. Ona da merhaba demeden geçmek olmazdı. Kendisine mesaj yazdığımda hasta ve ertesi gün belki de ameliyat olmak üzere hastaneye gideceği halde, beni ısrarla evine davet etti, “mutlaka görüşelim” dedi.
Ailece büyük bir misafirperverlik örneği sergilediler ve nezaketle karşıladılar. Kucaklaştık, sohbet ettik. “Gazeteyi açınca ilk senin yazını okuyorum” dedi. Tevazu gösteriyordu elbette. Onun güçlü kalemi yanında benimki olsa olsa bir nokta sayılırdı. Bu arada bir değerli seramik sanatçısı Mustafa Oktay’la da tanışma fırsatım oldu. Tanıştırmak için seramik sanatçısı ve eğitimci Mustafa Beyi de çağırmıştı.
Alanya’da denize sıfır evine geldiğimizde ince ruhu ve zevki daha apartmanın girişine yansımıştı. Bir apartmana değil sanki bir sanat sokağına girmiş gibi hissettim kendimi. Heykeller, seramik işlemeleri, çiçekler, sanatsal tablolar… Her birine ayrı ayrı bakmadan geçemiyorsun. Asansörle üç veya dördüncü kata çıktığımızda Alanya sahilleri uçsuz bucaksız deniz gözler önüne seriliyor. Hanımefendinin hazırladığı bol köpüklü, mis kokulu Türk Kahvesini ve lezzetini unutmak mümkün mü?
Ancak bir şeyin farkına varmalıydım, doğrusu anlamadım. Deniz son derece durgundu. Deniz değil de dev bir mavi çarşaf serilmiş yere, devinimsiz duruyor sanki. Durgun, devinimsiz hiç kıpırtı yok. Aralıklı ince yağmur taneleri atıştırıyordu. Meğer doğa dile gelmişti anlamamışım.
Deniz hüznünü ifade ediyor. Yağmur göz yaşlarını. Yarın hastaneye yatacak olan dostu için “hüzünlüyüm durgunum” demiş deniz. “Onun için ağlıyorum” demiş bulutlar, ben anlamamışım. Anlasaydım bir değil ikinci defa kucaklaşırdım ayrılırken ve İsmail Haboğlu’nu kaybettik. Devri daim olsun, ışıklar içinde yatsın.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.