İngiltere’nin ilk kadın başbakanı olan ve üç dönem başbakan seçilen Margaret Thatcher’in geçtiğimiz 8 Nisan’da ölümünün ardından bazı kadın yorumcuların yazdıkları yorumları okuyunca, ağzım bir karış açık kaldı.
Karşımda birden, izlediği neo liberal katı ekonomi politikalarla işçi haklarını traşlayan, işçi kıyımı yapan, sendikaları güçsüzleştiren, özgürlükleri kısıtlayan, Arjantin’e Falkland savaşını açan ‘Demir Leydi’ lakaplı Thatcher değil de, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasında önemli rol oynayan, Özgürlük Ödülü alan, ahlaki değerler ve çalışmanın gerekliliği ile büyüyen dünyanın en güçlü kadın siyasetçisi çıkıverdi. Öyle ki, Demir Leydi’nin ünü Hollywood’a kadar uzanmıştı ve ünlü Amerikalı kadın oyuncu Merly Streep Margaret Thatcher’in hayatını konu alan bir filmde Thatcher’i canlandırmıştı.
Thatcher, gücü ele geçiren kadının erkekten farkının olmadığını gösterdi bize.
Gerçi, bir kadın hakları savunucusuna ‘Thatcher nasıl biridir?’ diye sorsak, alacağımız yanıt şöyle olacaktır: “O kadın gibi görünen bir erkekti ve erkek gibi düşünüyordu”.
Haklı olabilirler, yüzyıllar boyunca dünyada ne üretilmişse erkek beyni ve düşüncesiyle üretildi. Erkek dünyayı nasıl biçimlendirmek istiyorsa öyle biçimlendirildi dünya ve kadına da bir rol biçildi bu biçimlendirmede. Ama Demir Leydi için kadın gibi görünen erkek tanımının pek doğru olacağını sanmıyorum.
Ayrıca sadece Thatcher ile sınırlamamak da gerekiyor. Amerika’daki ünlü ekonomi dergisi Forbes’in her yıl yayınladığı “Dünyanın En Güçlü 100 Kadını“ listesinin zirvesinde yeralan kadınlara bir gözatın.
Örneğin, başta Irak olmak üzere tüm Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren, Arap Baharı ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin mimarlarından ABD eski Dışişleri Bakanı Afro-amerikan Condoleezza Rice de dünyanın en güçlü kadınları arasında gösteriliyor.
Forbes’in listesinde geçen yıl Avrupa’da küresel ekonomik gücün lideri Almanya Başbakanı Angela Merkel yeralmıştı. Yakında Hollywood bir Alman sermayesinin katkısıyla Merkel’in de filmini yaparsa şaşırmayın.
Fazla uzağa gitmeye gerek yok. İslam ve yabancı karşıtı görüşleriyle nam yapan Danimarka siyasetine aşırı sağcı politikalarıyla damgasını vuran Danimarka Halk Partisi’nin eski genel başkanı Pia Kjaersgaard da Danimarka’nın en güçlü kadını olarak gösterilmişti.
Bizim tarihimizdeki güçlü kadınlar da son yıllarda revaşta olmaya başladı.
Osmanlı saltanatında saraylarda söz sahibi olmuş Rus, Rum, İtalyan, Fransız kökenli dört Valide Sultanı, Hürrem Sultan, Kösem Sultan, Safiye Sultan ve Nakşıdil Sultan’ın resimleri, geçtiğimiz yıl Osmanlı Devleti’nin 700. kuruluş yıldönümünde, New York’taki National Arts Club’da sergilendi, bu sultanlar üzerine Muhteşem Yüzyıl gibi diziler çekiliyor. Bu kadınlar Osmanlı saltanatının gelmiş geçmiş en güçlü kadınları olarak gösteriliyor.
Daha çok, ‘güçlü kadın’ ismi sayabiliriz burada, ama gerek yok. Forbes ve benzeri burjuva dergileri zaten gereğini yapıyorlar.
Yukarıda saydığımız bu kadınların hepsinin ortak özelliği ise, onların güçlü olması değil, gücün onları yönetmesidir. Sözde bu güçlü kadınlar, tarih boyunca hemcinslerinin ezilmesine, sömürülmesine hep gözyumdular. Günümüzün sözde güçlü kadınları da, Batı’da da Doğu’da kadınıyla erkeğiyle tüm bireylerin yaşam koşullarını daha da zorlaştıran, savaşlar çıkaran, kadınların şiddet görmesine, fuhuşa itilmesine ses çıkarmayanlardır. Öve öve, anlatıla anlatıla bitirilemeyen bu sözde güçlü kadınlar, yaklaşık 7 milyarlık dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların hakları için mücadele edenleri görmezden gelen kadınlardır. İşin acı tarafı yukarıda yazdığım bu güçlü kadınları yere göğe sığdırmayanların arasında da kadınların olmasıdır.
Dünyanın en güçlü kadınları aslında, doğuştan edinimli yaradılış farklılıkları nedeniyle biz erkeklerin hegemonyasındaki dünyada ezilmelerine rağmen sorunlar karşısında dimdik durabilmek için çırpınan, üreten, erkeğe muhtaç olmadan ayakta kalmanın mücadelesini veren kadınlardır. Erkekten bekledikleri de saygıdan başka birşey değildir.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.