Anneler Günü, Sevgililer Günü güzel bir anlam taşıyor, önemsenmeli. Dünya nüfusunun yarısından çoğu kadın; ama çalışan kadınların sadece yüzde 20’si sosyal güvenlik şemsiyesi altında. Her üç kadından biri aile içi şiddet mağduru. Namus adına işlenen kadın cinayetleri; son yedi yılda yüzde 1400 artmıştır. Kadınların yönetime katılma oranları yüzde 2’nin altında. Dünya Ekonomik Forum 2010 raporuna göre ise, Türkiye kadın erkek eşitliğinde en alt sıralarda, 134 ülke arasında 126’ncı olarak yer almıştır. TBMM’nin yüzde 4,6’sı kadın. Üst bürokraside ise kadınlar yok denecek kadar azdır.
Anneler Günü. Sermaye bu yıl da anneliği pazara çıkardı. Çok kişi sanki satın alabileceklermiş gibi mağazalara koştular. Annemizin bize verdiği yaşam ve emeğine saygımızı ifade etmek için kuşkusuz iyi niyetlerle ama çok da düşünmeden anneliğe en yabancı haliyle gene annemizi kucakladık.
Anneler Günü’ne yaklaştıkça reklamlarda bize empoze edilen pahalı pırlanta yüzük aldık ya da tabak çanak, mutfak robotu, temizlik eşyası gibi aslında ev işlerine sıkıştırılmış yaşamlarına biraz daha katkı sunduk.’ Anne kazağı’ gibi ucube kazaklardan alıp işin içinden çıkanlarımız da var.
Benim annem gibi kaç milyon kadın okuma-yazma olanağı dahi yakalamaktan, aydınlanmaktan, bir gün tatil yapmaktan yoksun diye düşünmedik. Türkiye’nin en ağır koşullarında, sendikasız, sigortasız çalışan kaç milyon sanayi ve tarım işçisi kadın var bilmiyoruz. İşsizliğin, açlığın, ekonomik açmazların çözüp dağıttığı milyonlarca emekçi ailesinin yaşadığı insanlık dışı koşulların değişmesi için neler yapmak gerekir diye kendimizi sorgulamadık. Çocukları işsiz kaldığı için uykularından olan kaç yüzbin Yunanlı anne var diye düşünmedik.
Yönetemi elinde tutanlar bizim bu halimizden güç alarak, yukarıda saydıklarımı umursamamaya devam ediyorlar. Anneler Günü’nü kutlama mesajlarında, açlık sınırının altında gelirle çocuklarını büyütmeye çalışan annelerden hiç bahsetmediler. Gecekonduları kentsel gelişimle başına yıkılan, işsiz, eğitimsiz, okulsuz, sağlık ve eşitlik haklarından yoksun, töre cinayetlerinde yok edilen kadın yaşamlarından; tacize uğrayan toplumsal yaşamın her kademesinde cins ayrımcılığı ile karşılaşan annelerimizin, kadınlarımızın sorunlarından, bu sorunların çözümünden hiç söz etmediler.
Çocuklarını gözaltında, polis karakollarından yitiren Cumartesi Anneleri’nden ve tutuklu üniversite öğrencilerinin annelerinden pek söz edilmedi.
Durum böyle oldukça da analarımız Nazım Hikmet’in dizelerindeki yerini hep koruyacak.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon’a doğru.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.