Yaşamı ve genç yaşamları savunanlar bu hain saldırının nedenini anlamakta güçlük çekiyorlar. İnsan olan insan cana kıyar mı? Hem de tasarlayarak ve kurt sürüsü kalabalığıyla genç bir insan linç edilir mi? Bu nasıl bir nefret? Kimsiniz siz?
Ölüm, susmak zorunda bırakır insanı. Ne zaman gelirse gelsin. Hangi yaşta gelirse gelsin. İster tek tek, ister topluca. Kastetmiş olmasıdır korkunç olan. İnsanın taşıdığı bütün o güzelliklere ve birikime kastetmesidir. Varolmak bir olanaksa, o olanağa kastetmektir asıl kahredici olan.
Ölüm, bir yandan da konuşmaya, yazmaya zorlar insanı. Susturulan karşısında susmamaya. Susan adına konuşmaya zorlar. Acının ele avuca gelmez, yere göğe sığmaz çılığı adına. Öfkenin kabında durmayan çırpınışı adına.
Ya susmak zorunda bırakılan taptaze bir fidan gibi genç bir insansa? Sadece bugün yaşamımızı güzelliştiren, anlamlı kılan bir olanak değil de, geleceğin aydınlığını da içinde taşıyansa?
Hep düşünmüşümdür insan ölümün eşiğindeyken neler düşünür. Bir daha dönemeyecek olmak, yaşam denilen harika şeyin içinde olamamak çok mu zor gelir insana? Sevdiklerini bir daha göremeyecek olmak, onlardan ebediyen ayrılmak insanın yüreğini burkar mı? Çaresizce yok olmayı kabullenmek, adını koyamayacağım bir sızı gibi kuytuluklarında sessizce yol mu alır?
Ölümden konuşmak, bütün bunlardan konuşmak, bu soruları sormak oluyor bir süredir beni oyalayan. Ölümden konuşmak, Cem Aydın’ın öldürülmesini konuşmak oluyor benim için. Anısı uğruna tabutunu çiçeklerle süslemek, son yolculuğunda ardından yürümek. Eksileni yerine koymamanın bilincinde olmak, ‘var olmanın dayanılmaz acısı’ gibi. Cem Aydın iyi bir yaşam eşiğinde taze bir fidandı.
Bütün ölümler erkendir demişti ozan. Bütün ölümler aynı zamanda bir arkadan vurmadır. Yüze gülen bir pusu, gözlerinin içine baka baka hazırlanan bir tuzak. ‘Ölüm adın kalleş olsun’ demişti Enver Gökçe. Bütün ölümler yaşam için bir kalleşliktir. Yaşam için, yaşanmış olanlar ve yaşanacak olanlar için.
Herhangi bir insan öldüğünde üzülür insan. Ölen kişi eğer ailenizden biriyse çok daha derin ve tarifsiz olur bu üzüntü. Bir de arkadaşın ölümü koyar adama. Arkadaşınız ailenizden biri değildir. Yani canınız kanınız değildir, ama belki de en yakınınızdır! Sizi her gördüğünde kollarıyla sarar, gözleriyle sever. Sesi yaşam sevinci ve güven verir. Sevindiğinizde yanınızdadır, içinden çıkmadığınız sorunlarla boğuşup çırpınıp dururken sıcacık elini uzatır ve sizi aydınlığa taşır. Ama çaresizce oğlunu kaybetmeyi kabullenmek, adını koyamayacağım bir sızı gibi kuytuluklarda sessizce yol alır. Çocuğunu yitirmek koyar adama.
Cem Aydın’ın öldürülmesi gençlerin sorunlarını ne kadar gündeme getirir. Şiddetsiz bir toplum yaratmada hepimizin sorumluluğu ve görevi olduğunu ne kadar gün ışığına çıkarır. Önümüzdeki günlerde bunu hep birlikte göreceğiz.
19 Ocak akşamının karanlığı katilleri gizledi. Keşke tatlı ay ışığı görevini yapıp, bu çirkin insanları ve yaptıkları iğrenç olayı engelleseydi. Katiller şimdilik polisten ve insanoğlundan gizleniyorlar. Bu katiller zehirli otlar gibi hangi havada yeşerip cani oluyorlar?
Cem’in anne ve babası acının yüreklerden beyne sızdığını yaşadıkça hissedecekler. ‘Sen ölmedin yavrum, biz ölmedikçe sen de ölmeyeceksin diyecekler.’
Bizler de bu anlamsız ölüme bir anlam vermekte güçlük çekeceğiz. ‘Öldürmenin gerekçesi olamaz’ demeyi sürdüreceğiz.
Güle güle sevgili Cem…
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.