Danimarka’da başbakan Mette Frederiksen’in Ekim ayı başlarında erken seçim kararı almasından bugüne kadar ülkede hummalı bir seçim kampanyası yürütülüyor. Halk, ülkeyi gelecek dört yıl boyunca yönetecek yeni yönetimi belirlemek için 1 Kasım’da sandık başına gidecek.
Bu seçim, gelecekle ilgili ciddi kaygıları olan, kışı nasıl geçireceğinden endişe duyan, yani kendini ekonomik olarak güvende hissetmeyen bir halkın oy kullanacağı seçim olacak. Bu seçimlerde refah sistemi masaya yatırılacak.
Ancak bu seçimler daha önceki seçimlerden farklı olacak. Sosyal Demokrat Başbakan Mette Frederiksen, 1 Kasım’da yapılacak seçimlerin tamamen güvenlik odaklı bir seçim olacağını açıklamış ve bu seçim, “Birey, aile ve Danimarka, Avrupa ve dünya için güvenlik için büyük önem taşıyor” demişti.
Bu seçim, gelecekle ilgili ciddi kaygıları olan, kışı nasıl geçireceğinden endişe duyan, yani kendini ekonomik olarak güvende hissetmeyen bir halkın oy kullanacağı seçim olacak. Bu seçimlerde refah sistemi masaya yatırılacak.
Danimarkalılar ideolojik olarak her ne kadar çok farklı yerlerde dursalar da, söz konusu refah sistemi olduğunda hiç kimse refah sisteminden asla feragat etmez, hiçbir yönetim de refah sistemine dokunmaya cesaret edemezdi.
Ülkede ciddi bir güvensizlik patlaması yaşanıyor. Özellikle ekonomik güvensizlik ve onu izleyen suç olaylarındaki patlama. Danimarkalıların alışık olduğu bir durum değil bu. Ülkede kendini ekonomik olarak güvende hissetmeyenlerin oranı son bir yıl içinde yüzde 13 artmış ve yüzde 11’den yüzde 24’e çıkmış.
Suç olaylarındaki artış de öylesine. Suç ve şiddet olayları yüzde 15’lerde seyrediyor.
Suç olaylarının artışı, sokak çetelerinin savaşı halkta korkuya neden olmaya başladı. Bunu en son İsveç’teki seçimlerde tanık olduk. İsveç’te ekonomik güvensizliğin ardından ikinci sırada suç olaylarının, çete savaşlarının artışı seçimlerin ana gündemini oluşturmuştu.
Danimarkalılar ideolojik olarak her ne kadar çok farklı yerlerde dursalar da, söz konusu refah sistemi olduğunda hiç kimse refah sisteminden asla feragat etmez, hiçbir yönetim de refah sistemine dokunmaya cesaret edemezdi.
Seçimler aslında önümüzdeki yıl Haziran ayında yapılacaktı. Ancak hükümet iki yıllık pandemi dönemi ve hemen ardından Ukrayna’da patlak gösteren Rus-Ukrayna savaşından kaynaklanan enerji krizinin yaşandığı bu günlerde erken seçim kararı almaya zorlandı.
Şimdi 1 Kasım’da yapılacak seçimlerin en önemli teması enerji krizi, pahalılık, Danimarka halkının alışık olmadığı bir enflasyon, sağlık sektöründeki sorunların giderek büyümesi ve Danimarka’yı, tüm Avrupa gibi bekleyen zor bir kış.
Bütün partiler refah sisteminin tehdit altında olduğu konusunda hemfikirler, ama çözümler konusunda farklı görüşlere sahipler.
Ukrayna’daki savaş tüm Avrupa’da olduğu gibi Danimarka ekonomisini de altüst etti. Refah ekonomisinin yerini savaş ekonomisi aldı. Ukrayna’ya gönderilen silahlar, askeri techizatlar, Ukrayna’dan gelen sığınmacı akımı, Rusya’nın Avrupa’ya gelen gazı kapatması vb. sorunlar ülke ekonomisini oldukça zorladı. Hali hazırda pandemi nedeniyle ciddi bir ekonomik kriz yaşanıyordu ülkede. Sağlık sektöründeki çalışma koşullarından kaynaklanan sorunlar nedeniyle çalışanlar da hastanelerden ayrılmaya başlamıştı.
Şimdi ülkedeki sağ ve sol bloktaki partiler ve adaylar bu sorunlarla karşı karşıya. Bütün partiler refah sisteminin tehdit altında olduğu konusunda hemfikirler, ama çözümler konusunda farklı görüşlere sahipler. Bir kısım bu tehdidin dünyadaki gelişmelerin ülkeye yansımasından kaynaklandığını, bazı siyasi kesimler de kamu harcamalarından, vergilerden ülkenin iyi yönetilemediğinden kaynaklandığını öne sürüyor.
Parlamento seçimlerine 14 parti katılıyor. Siyasi partiler de kutuplara ayrılmış durumda. İktidardaki Sosyal Demokratların başını çektiği ‘Kızıl’ kutup ile ana muhalefet partisi Liberal Venstre partisinin başını çektiği aşırı sağ, liberal ve merkez sağ partilerden oluşan ‘Mavi’ burjuva kutbu. Bir de, bu kutuplardan hangisine dahil olacağını veya sağ ve solun yönetimde olmasını arzu eden ve seçim sonrası alacağı oya göre karar verecek olan partiler.
Eski partisi Liberal Venstre’den ayrılıp kendi ılımlı partisi Moderaterne partisini kurarak seçimlere giren eski başbakan Lars Lökke Rasmussen, söz konusu sorunları aşmak için kutuplaşmak yerine Sosyal Demokratların da yeralacağı, merkezde sağ ve solun bir arada olacağı bir yönetimi karşı olmadığını açıklıyor ve üçüncü bir çözüm yoluna işaret ediyor.
Bu arada bize ulaşan bilgilere göre, Türkiye kökenli 10 milletvekili adayının da farklı partilerden parlamentoya girebilmek için yarıştığı haberini yayınlamıştık. Bu adaylar hakkında farklı spekilasyonlar da yapılıyor. Bu adaylardan bazılarının siyasi görüşleri, Türkiye’ye olan bakış açıları bazı yurttaşlarımızın kafalarında büyük soru işaretleri ve güvensizlik yaratıyor, bu onların oylarını kullanmada önemli rol oynayacaktır.
Umarız, bütün adayların öncelikli hedefleri Danimarka’ya yönelik politikalarında kendilerini göstermeleri ve Danimarka halkının sorunlarının yanısıra ülkedeki yabancıların, yurttaşlarımızın karşılaştığı sorunlar için emek sarfetmeleri olur.
Adaylar, dernekler ve sivil toplum kuruluşları, oy kullanma hakkına sahip yurttaşlarımızın söz sahibi olabilmeleri için sandık başına gidip oylarını kullanmaları çağrılarını yapıyor.
Biz de Haber.dk gazetesi olarak ülke yönetiminde söz sahibi olmak, daha iyi şartlarda yaşabilmek, haklarımızdan vazgeçmediğimizi göstermek için 1 Kasım’daki milletvekili seçimlerinde yurttaşlarımızın tercih ettikleri adaya veya partiye oylarını kullanmaları çağrısını tekrarlıyoruz.
Umudumuz, bu ülkede yaşayan herkes gibi Danimarka siyasetinde daha çok söz sahibi olabilmek için bu seçimlerde yurttaşlarımızın oylarını kullanması ve daha çok göçmen ve Türkiye kökenli adayın seçilmesidir.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.