Bundan 101 yıl önce cumhuriyetin kurulduğu yılları, o günkü koşulları, halkın durumunu, Sevr cenderesinden sıyrılıp, dünyaya parmak ısırtan, Ulusal Kurtuluş Savaşının sonrasında cumhuriyetin kuruluşunu düşünürsek, gerçekten mucize olduğunu anlarız.
13 Milyon nüfusu olan ülkenin 40 bin köyü vardı. 11 milyonu köylerde yaşayan köylü bir toplum. Savaş artığı yorgun, çoğu sakat, gazi. 37 bin köyde okul yok. 1927 yılı nüfus sayımında Okuma yazma bilenlerin oranı % 8,9, bilmeyenlerinki % 91,1’dir. Çoğunluğu köylü olan toplumda ne bir traktör var, ne biçerdöver, sadece karasaban.
Ayçiçeği, şekerpancarı üretimi yok, buğday ve pirinç bile dışardan alınıyor. Sığır vebasından 5 bin köyün hayvanları kırılıyor. Bir milyon insan frengi, iki milyon insan sıtma, üç milyon insan trahom hastasıdır. Verem tifüs, tifo salgını var. Deterjan üretilemiyor halk bitle ve pireyle boğuşuyor. Doğan çocukların yüzde 40’ı, doğum anında, annelerin ise yüzde 20’si ölüyor. Şimdi yazacaklarıma belki de inanmayacaksınız, abarttığımı sanacaksınız, koskoca ülkede 40 bin köyün 4 hemşiresi, 136 ebesi vardı. Toplam doktor sayısı 337, eczacı sayısı 60, onun da sekizi Türk, diş hekimi sayısı sıfır.
Liman, demiryolu, maden işletmelerinin tamamı yabancıların elinde, Türkler ülke sermayesinin sadece yüzde 15’ine sahipti. Osmanlı torunları duysun, Osmanlı’dan kala kala 4 fabrika kalmıştı. Beykoz deri, Hereke ipek, Feshane yün, Bakırköy bez fabrikası.
Kadın insandan bile sayılmıyordu. Seçme seçilme hakkı yok, boşanma hakkı yok, mirastan pay alma hakkı yok, velayet hakkı yok, ne çalışma hayatı eşitti, ne de eşit işe eşit ücret ödeniyordu. Köle diye çağrılmıyorlardı ama köleden farksızdılar.
Tiyatro, müzik gibi sosyal aktivite yok. Resim, heykel yapmak günah, tarihi eserler taş kaya parçası, ne işe yarar diye önemsenmemiş, başta Abdülhamit döneminde çoğu gözü açık Avrupalılar tarafından götürülmüştü. Hem de bedava, en önemlisi de Bergama Zeus Sunağı şimdi Berlin’dedir. İçler acısı bir durum.
Zaman ve takvim birliği yok. Bazıları alaturka saat kullanıyor, bazıları zevalli saati. Birisi öğleyin saat on iki derken, kimisi akşama saat on iki diyor. Kimisi güneş batarken grubi saati, kimisi de tamamen battığı ezani saati esas alıyor. Herkes ayrı bir telden çalıyordu.
Çağdaş ölçü birimleri yoktu, dirhem, okka, çeki, arşın, kulaç, fersah kullanılıyordu. Dünya bir yana, biz orta çağdan yana yürüyorduk.
Dünyanın sayılı ve saygın dili Öz Türkçemiz katledilmiş, Arapça ve Farsça kırması Osmanlıca kullanılıyordu. Yabancı sözcükler dilimizi işgal etmişti. Türkçe ses uyumuna uymayan Arapçayla, Türkçe yazmaya çalışıyorduk. “Harf devrimi ile bir gecede cahil bırakıldık” falan diyorlar. Görülüyor ki zaten cahilmişsin.
Okul çağında dört çocuktan birisi okuyabiliyordu. 4894 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise vardı. Sadece bir üniversite vardı. Bilimden uzak medreselerde Türkçe yasaktı. Din diye hurafeler öğretiliyordu. Dört köyden sadece birisinde cami vardı.
Onun için cumhuriyet cehaletle savaştır. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” felsefesi temeldir. Egemenlik sarayın değil ulusundur. Cumhuriyet saraya sadakat değil, liyakattir. Cumhuriyet laik, demokratik ve çağdaş olmaktır.
Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te, ülke içinde ve dışındaki güçlere karşı kanla, inançla çetin uğraşlar sonucu kuruldu. En çetin koşullarda kurulan cumhuriyet, bugün bile hala “Keşke yunan galip gelseydi…” diyenlerin, Türk alfabesine geçmeye karşı olanların olduğu düşünülürse, cumhuriyetin kuruluşunun mucize olduğu anlaşılır. Kutlu olsun tüm ülkemize.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.