DANİMARKA EDEBİYATI, ROMANI VE ŞİİRİ
Son 28 yıldır Danimarkalı ve Türk şairlerin katılımıyla Kopenhag’da ve Türkiye’de her yıl Danca-Türkçe Şiir Akşamları düzenlenmesine öncülük ettim. Aziz Nesin, Orhan Pamuk, Dursun Akçam, Osman Bolulu, Erdal Atabek, Kemal Özer gibi yazarlarla Kopenhag’da edebiyet sohbetleri yaptık. Can Yücel, Ahmet Telli, Ataol Behramoğlu, Kemal Özer, Sezai Sarıoğlu, Özkan Mert, A. Kadir Bilgin, Aynur Uluç gibi şairleri Kopenhag Şiir Akşamlarında dinledik. Bu etkinliklerin sağladığı atmosfer sayesinde Nazım Hikmet, Orhan Veli Kanık, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Melih Cevdet Anday, Kemal Özer ve Yunus Emre, Mevlana Celaleddin Rumi gibi şairlerimizin şiirlerini Danca diline kitap olarak kazandırdık. Danimarka’da 36 yıldır yaşıyorum ve orada yüksek eğitim aldım. Danimarka PEN üyesiyim ve çok sayıda Danimarkalı yazarı şahsen tanıyorum. Danimarka edebiyatı hakkındaki bugüne kadar edindiğim bilgimi sizinle paylaşmak istiyorum.SUNUŞ
Vikingler, yaklaşık binyüz yıl önce (882) Finlandiya ve Rusya üzerinden İstanbul’a gelmiş, bu kente Miklagaard (Büyük Çiftlik) adını vermişti. Danimarka ile Anadolu arsında bilinen en eski ilişki budur. Küçük Deniz Kızı, Çirkin Ördek Yavrusu, Uçan Bavul gibi severek okuduğumuz masalların yazarı dünyaca ünlü Danimarkalı Hans Christian Andersen 1841 yılında İstanbul’a gelir ve bu gezisini ayrıntılı bir şekilde ‘Bir Şairin Çarşısı’ adlı kitabında anlatır. Aynı günlerde İstanbulda bulunan Danimarka’nın çok tanınmış ressamı Martinus Roerbye, Boğaz’ın iki yakasında da masal yazarı Hans Christian Andersen’i çizer. Bu eserleri Danimarka’nın kraliyet müzelerinde bugün de sergilenmektedir. Kimi Danimarkalı eğitimcilerinin ve sanat adamlarının 19. yüzyıl sonralarında İzmir ve İstanbul’da yıllarca kaldıkları biliniyor. Dilimizde kullanılan ‘daniska’ sözcüğünün bu dönemde gösteri yapmak için İstanbul’a gelen Danimarkalı kızların güzelliğini anlatmak için türetildiği söylenir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında kimi Danimarkalı bilim adamları Türkiye’ye çağrılmıştır. Benim de yakından tanıdığım Danimarkalı Lars Thorkild Björn (D.1934) Türkiye’ye ilk kez 1962 yılında otobüslerle kültürel amaçlı gezi düzenlemiştir. 1960’lı yılların sonunda Türkiyeli işçilerin Danimarka’ya gelmeleri, iki ülke arasındaki ilişkileri pek çok yönden geliştirmiştir.
Kuğuların, tilkilerin, geyiklerin günümüzde özgürce dolaşabildiği Kuzey’in 5,8 milyonluk ülkesi Danimarka, çok sayıda bilim ve kültür insanı yetiştirmiştir. İskandinav bilimine, kültürüne katkı sağlayan ve demokrasi savaşımı veren çok sayıda Danimarkalı aydına benzer aydınları, ülkemizdeki demokrasi savaşımı içinde de görmek olasıdır.
Gittikçe demokratikleşen, toplumsallaşan ülkelerin insanları, başka halkların insanlarını, kültürel değerlerini tanımıya çalışarak, evrensel kültürlü bir dünya vatandaşı olmayı amaçlıyor. Sanatçılar, yazarlar da öyle. Evrenselleştikçe aydınlanacak dünya.
DANİMARKA EDEBİYATININ GELİŞİMİ VE ÖNEMLİ TEMSİLCİLERİ
Bilinen en eski Danimarka yazını Rune yazıtlarıdır. Rune yazıtları, ölülerin anısına dikilmiş taşlardan oluşmaktadır. Bu yazıtlar aşağı yukarı 800 yılından 1150 yılına kadar geçen sürede gerçekleştirilmiştir. Avrupa’nın başka yerlerinde olduğu gibi, hem şiir hem düz deyiş ile söylenmiş sözlü bir efsanenin de olduğu sanılmaktadır. Ama bu efsaneden geriye fazla bir şey kalmamıştır. Ortaçağ’da Danimarka Başpiskoposu Absolon’nun (1128-1201) yazmanı Saxo Grammaticus, Danimarka büyüklerinin becerilerini Latince olarak yazıya geçmiştir. Saxo’nun yapıtı, hepsi Danimarka kökenli olmayan efsaneleri de içermektedir. Saxo, tarihçiden çok bir şairdi. Üstelik o günün öteki bilginleri gibi, Avrupa ve Roma Katolik Kilisesinin ortak dili Latince aracıiığıyla, öteki Avrupa ülkelerinin yazını konusunda da küçümsenmeyecek bir düzeyde bilgisi vardı.
Danimarka dilinde yazılmış en eski kitap Uyaklı Şirler Kitabı’dır. Bu kitapta Danimarka kıralları, yaşamlarını ve yaptıkları işleri şiir biçiminde anlatmaktadır. Kitap 1495 yılında basılmıştır. Danimarka atasözlerini 14. yüzyılda Latince olarak yazılan bir okul kitabında bulmaktayız. 12. yüzyıldaki gezgin ozanların halk türküleri, soyluların çiftliklerinde verilen danslı şölenler 16. ve 17. yüzyılda yazıya geçirilmiştir.
1536 yılında Luther’in görüşleri Danimarka’da kabul edilince, Katolik Kilisesinin yerini Protestan Kilisesi almıştır. Bu dönemde Danimarka dili de yavaş yavaş yazı dili olarak yerleşmeye başlamıştır. İncil Dancaya çevrilmiş, kiliselerde Danca vaazlar verilmeye başlanmış ve Latince ilahiler Danimarkalı şairlerce Danca olarak söylenmiştir. Danimarkalı tarihçi yazar Anders Sörensen Vedel, 1575’te Saxo’nun kitabını Latinceden Dancaya çevirmiştir ve 1591’de halk türkülerinden bir güldeste yayımlamıştır. İlkin papazlık, sonra pispokosluk yapan Thomas Kingo (1634-1703) yazdığı ilahilerde Danimarka şiir sanatının çarpıcı örneklerini vermiştir. 17. yüzyılın en çok tanınan düz yazı yapıtı, kral kızı Leonora Christina’nın 1663-1685 yılları arasında politik tutuklu olarak bulunduğu süredeki anılarıdır. Bu kitabın müsvettesi 1869’da Avusturya’da bulunmuştur.
18. yüzyılda, öbür Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, yeni bir düşünce biçimi kendini göstermeye başlamıştır. Düşünce ve sağduyu ön plana çıkarken, din de doğaüstü inançlardan temizlenmeye çalışılmaktadır. Okumuşlara göre, tansıkların bir bir açıklaması olmalıydı ve din, her şeyden önce, ahlaksal değerleri yönlendirmeliydi. O günlerde Danimarka Krallığı içinde olan Norveç’te doğmuş yazar Ludvig Holberg (1884-1754), bu düşünceleri krallık sınırları içinde yayan ilk kişi olmakla kalmayıp yazdığı yergici eserleriyle Danimarka tiyatrosunun temelini oluşturmuştur. Holberg, toplumun her kesiminden insanların yaşamlarına ilgi duymuştur. Eserlerindeki karakterlerde, genellikle onların kendi aptallıklarını, kendi züppeliklerini, boş inançlarını ve bağımlılıklarını işlemiş, onların kendilerini görmelerini istemiş, eğlendirirken öğretmeyi amaçlamıştır.
Holberg, Kopenhag Üniversitesi’nde profesçr olduktan ve Danimarka Kraliyet ailesi de Luther kilisesinin çok dindar katı düşünce akımı Pietizm’e kendini kaptırdıktan sonra, tiyatro oyunları yazmaktan vazgeçmiştir. Dans ve tiyatro, Hristiyanlık karşıtı işler kabul edilip, Kopenhag’daki Holberg tiyatrosu kralın emriyle kapatılmıştır. Ama Holberg yazmaya devam etmiş, ahlaki konuları ele alan düşüncelerini ve Mektuplar’ını kaleme almıştır. Mektuplar’da bilinçlenme ve bilinçlendirmenin yılmaz sözcüsü olurken, insanlar ve ülkeler arasındaki ilişkilerin temelini oluşturan her mantıksal düşünceyi ve sağduyuyu işlemiştir.
Başka bir Norveçli, Johan Herman Wessel (1742-1785) de, çok beğenilen şiirsel düzyazılarıyla Danimarka mizah anlayışına katkıda bulunmuştur. Örneğin Demirci ile Ekmekçi ve trajikomik Çorapsız Aşk. Bunlardan ikincisi, hem kurgusu hem sahneye konuş biçimiyle Fransız üslübunda klasik bir trajediydi. Ama oyunun kahramanları, Fransız trajedilerinde olduğu gibi klasik ortaçağdan değil, Kopenhag’ın günlük tiplerinden seçilmişti. Terzi çırağı olan erkek kahraman, çorabı olmaması yüzünden, Kopenhag burjuvazisinden oyuncu Grete ile evlenemiyor ve sonunda, oyundaki kişilerin hepsi, bu mutsuz aşk nedeniyle intihar ediyordu.
Pietist düşüncenin en önemli ozanı Hans Adolf Brorson (1694-1764), bu dünyadan uzak bir yaşamı özlemesine karşın, bu dünyayı çok güzel dile getirmiştir. Dönemin büyük ozanlarıdan biri de Ambrosius Stub (1705-1758) idi. Yaşamını yazarak ve büyük çiftliklerde öğretmenlik yaparak sürdürmüştür. Şiirlerinden kimileri bestelenmiş ve günümüze dek söylenegelmiştir.
18. yüzyılın son çeyreğinde, Johannes Ewald (1743-1781) ve Jens Baggesen (1764-1826) gibi ozanlar etkili olmuşlardır. Fransa’daki klasik akımdan kopmuşlar, mantıksal idealizmi kendilerine yeterli görmeyerek , hem duygu hem hayal gücünün izlerini taşyan şiirler yazmışlardır. Ewald, müzikli tiyatro oyunlarında, Fransız trajedisinin Alexandriner ölçüsü yerine, Danca konuşma diline daha uygun düşen Shakespeare’inkine benzer özgür koşuğu kullanmıştır. Onun müzikli oyunu Balıkçılar’da, kahramanlar yoksul, çok çalışan Danimarka halkıdır. Jens Baggesen ise, önce Fransız Devrimi’ni, sonra Almanya ve öteki ülkelerdeki devrimci hareketleri yaşamış ve Danimarka ozanları bu büyük siyasi gelişmelerden ve değişimden etkilenmişlerdir.
Bu değişiklikler Danimarka’yı, hem gurur duyulacak kadar olaysız, hem biraz utanılacak kadar yavaş etkilemiştir. Danimarka, büyük güçlerin Napolyon’a karşı savaşa bulaştırılmış ve savaşı kaybetmiştir. 1813’te Danimarka Krallığı iflas ettiğini açıklamak zorunda kalmış, bir yıl sonra da Norveç ve İsveç krallıktan ayrılmıştır.
Ulusal başarısızlıkların arkasından, romantik şiirler çok güçlü şekilde yazın yaşamına girecektir. Aralarında yıllarca süren düşmanlık ve savaşlardan sonra, Kuzey ülkeleri de kendi ortak sanat varlıklarını ve geçmişlerini ortaya koymak için işbirliğine gitmişlerdir. Danimarka’da bu yazın dönemi, (Alman yazınından etkilenmiş olsa da) romantizm olarak adlandırılır. Çünkü Altın Çağ’dan etkilenen çok yetenekli ve değişik şairlerin yaşadığı bir dönemdir.
Adam Ochlenschlaeger’e (1779-1850) göre, ozan ve sanatçı doğuştan yeteneklidir. Kendine özgü yazın dilini ve konularını aramadan bulma yeteneğine sahip olduğu ve bir deha olduğu oranda burjuvanın yaşam biçiminini izlemek zorunluluğu olmayan biridir. Danimarka’da ve bütün Kuzey ülkelerinde Ochlenschlaeger’in şiirleri sevilir, tiyatro eserleri zevkle izlenir. 1001 Gece Masalları’ındaki ‘Alaaddin’in Sihirli Lambası’ masalından uyarlanmıi Alaaddin adlı oyun günümüzde de oynanmaktadır. Buna karşılık, İskandinav motifleri olduğu, trajedi ve efsane konulu yazıları zamanla unutulmaya yüz tutmuştur. Ochlenschlaeger’in heykeli Holberg’inkiyle birlikte bugün Kopenhag’daki Kraliyet Tiyatrosu’nun girişini süslemektedir. Bu iki yazıneri, aynı zaman da bugün yazılan ve konuşulan Danimarka dilinin oluşumunda çok etkili olmuşlardır.
B.S.İngemann (1789-1862), Eskiçağ’daki Kuzey kahramanlarını kendine öncü edinmiştir. Çünkü yaşadığı dönemdeki Danimarka halkı, görkemli ve kahraman kişiler yönünden pek zengin sayılmazdı. İngiliz Walter Scott’un çizgisine benzer bir anlayışla halkçı, tarihi romanlar yazmıştır. Şiirleri, özellikle de ilahileri bugün de bilinmektedir.
İngemann ve N.F.Grundvig, birlikte halkın romantik düşüncelerini dile getirmeye başlamışlardır. Bu iki ozan da, bilinçli bir biçimde günlük konuşma diline benzemeyen bir Danca ile şiir sanatından örnekler vermişlerdir. Grundvig’e göre, en önemli ‘yaşayan sözcük’ insanları buluşturan sözcüktür. Grundvig, ‘Kuzey’in Kahraman Ruhları’nı Hristiyan dini ile tekrar buluşturmak için, Saxo’nun Danimarka Tarihi ile Snorre’nin Kral Destanları’nı Dancaya tekrar çevirmiştir. O, hem papazlık yapar, hem de ders verirdi. Bugün de işlevini sürdüren yatılı halk okulu (Bizdeki eski Köy Enstitüleri benzeri) anlayışını, yaşamını çalışarak geçirmek zorunda olan genç kızlarla delikanlıların bir dönem tekrar okula gitmelerini sağlamak ve ülkesine daha yararlı olmak için başlatmıştır. Bunlarla da yetinmemiş; yazmış, konuşmuş ve üretmiştir. Şiir anlayışını yazlnızca eleştirmenler değil, kendisi de eleştirmiştir. Kuzey”in kendine özgü demokrasisinin oluşmasına katkı sağlayan değişik bir hareketin öncüsü, herkesin okula gitmesini amaçlayan yatılı halk okulu anlayışının yaratıcısı ve herkesin refah içinde yaşamasını savunan bir kişi olarak anılıyor bugün. Grundvig’in kiliseye başkaldırması, halk yönetimi için bir ayaklanmaya dönüşmüştür. 1849-1866 yılları arasında Danimarka Parlamentosu’nda sol kanadın en önde gelen politikacası olmuştur. Yüzlerce şiiri, ilahi ve ulusal şarki biçiminde bugün de söyleniyor. O, kendini tanrıya atamış bir şairdi. Bundan dolayı, kendisinin gerçek bir şair sayılıp sayılmaması onun için önemli değildi. Aralarında Holberg’in de bulunduğu kendisinden önceki edebiyatçıların Dünya Tarihi Kavramı (1812) yapıtında eleştirir. ‘Holberg’in ürününü değerlendirmek olanaksız… Geçmişin kahramanlarını yaşatmak yerine, bugünün düzenbazlarını ölümsüz kıldı.’
- yüzyılın şair ve yazarları gözlerini gerçek yaşama çevirmişlerdi. Paul Martin Möller (1794-1838) Kopenhag’daki öğrenci arkadaşlarını anlattığı Bir Danimarkalı Üniversite Öğrencisinin Serüveni adlı bir roman yazmıştır. Jutlandlı papaz Steen Steensen Blicher’in (1782-1848) kendi bölgesindeki sorunları yansıtan öyküleri, bugün de zevkle okunuyor. Doğa şiirleri de öyle.
Tiyatro yazarı ve eleştirmen Johan Ludvig Heiberg (1791-1860) gerçek yaşama bir başka biçimde yaklaşır. Yapıtları, incelik ve düşüncenin berrakllığından oluşan yergilerdir. Alman ve Fransız tiyatro anlayışını Danimarka’ya getirmiştir. Özellikle de eğlence yerlerinde oynanan şarkılı oyunlarıyla. Bir tiyatro yöneticisi ve eleştirmeni olan Heiberg, Kopenhag’ın kültür yaşamını doğrudan etkilemiştir.
H.C.Andersen dışında dönemin en önemli yazarları 1841-47 yılları arasında İzmir’de de yaşayan eğitmen ve İzmir’e Seyehat adlı kitabın yazarı Christen Kold (1816-1870), Meir Aron Goldschmidt (1818-1887) ve Hans Egede Schak’tır. (1820-1859). Sören Kierkegaard (1813-1855) dünyaca tanınmış bir filozoftur. Alışılmamış bir biçimde kilisenin ve Hristiyanlığın temel görüşlerini çekinmeden yorumlamıştır. Kierkegaard’ın kimileri hala Türkiye’de baskıda olan dokuz yapıtını dilimize Danimarka’da yaşayan Nur Beier kazandırdı.
Dünyanın hemen bütün dillerine çevrilen Hans Christian Andersen (1805-1875) eşsiz bir sanatçıydı. Şiirleri kendi döneminin en iyi şiirleriydi. ‘Yaşamımın çok güzel, uzun bir şiir olacağını hissediyorum’ demişti. Andersen, iki ayrı çağın ürünüdür. Bir insan ve yazar olarak sürekli gelişmiş ve değişmiştir; kendisiyle ve yaşadığı çevre ile kesintisiz bir diyalog içinde olmuştur. Daha iyiye ve daha kapsamlıya yönelik sürekli arayışı, çözemediği kişisel travmalarından ayrı düşünülemez. Oyun yazarlığı pek beğenilmemesine karşın, tiyatrodan kopmamıştır. Çıkış noktasını yaşadıklarından alan romanlar da yazmıştır. Bir yapıtında İstanbul anılarına 60 sayfa ayırır. Gezi kitapları yaşam doludur. ‘Seyahat etmek yaşamaktır’ diyen Andersen, dönemin ünlü sanatçı sanatçı ve yazarlarıyla tanışmıştır. Hiçbir sanatçı ya da yazar o dönemde onun kadar seyahat etmemiştir. Dünyada ve kendi ülkesinde daha çok masal yazarı olarak tanınır. Dilimizde çok çevirileri vardır. İlk defa orjinal dilden, (Dancadan – Türkçeye) Andersen’in 100 temel eserinin kısaltılmış çevirisini Danimarka’da yaşayan Murat Alpar yapmıştır.
Danimarka’nın üçüncü büyük kenti Odense’de yoksul bir ana ve babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Andersen, daha küçük yaşta babasını kaybetmiştir. 14 yaşındayken tiyatro oyuncusu olmak ve bale öğrenmek için Kopenhag’a gitmiş, Ölen Çocuk adlı ilk şiir kitabını bu yıllarda yayımlamıştır. Kendi ülkesine duyduğu nefret ve sevgiyi bir arada işleyerek, ezilen insanların sorunlarını dile getirmiştir. Proleter geçmişiyle bugün de emekçi kesimler arasında çok sevilmektedir. O, sanatından hiç ödün vermeden, kolay anlaşılır bir dil kullandığı için debaşka ozanlara pek benzemez. ‘Güneş ışınını yakalamayı öğrenmelisin’ der bir masal faresi. Böyle farelerin sanatçısıdır o.
H.C.Andersen’den etkilenen ve yaşamının büyük bir bölümünü Afrika’da geçiren Karen Blixen (1885-1962), Danimarka’nın en tanınmış kadın yazarıdır. Kimi yapıtlarını İngilizce yazan sanatçının Benim Afrikam adlı romanı 1985 yılında sinema filmi olarak çekilmiştir. Bu film, yedisi Oscar Heykelciği olmak üzere toplam 28 ödül almıştır. Blixen’in Yedi Harika Adlı eserini dilimize Nur Beier kazandırmıştır.
Kaj Munk (1898-1944) büyük duyguların, büyük insanların ve büyük çelişkilerin ozanıydı. Mussolini ve Hitler’in iktidara gelişlerini, Almanya’daki yahudi avcılığını Bir İdealist adlı yapıtında dile getirmiştir. Nazilerin Danimarka’yı işgali döneminde, hem yazarak hem çarpışarak ülkesini savunmuştur. Savaşım Şiirleri kitabını yayımladığı 1944’te Nazilerce vurularak öldürülmüştür.
Martin Andersen Nexö (1869-1954) romantizm çağında doğmuştur. Kötümser yazılarla başlayan yazarlığı, yüzyılın sonunda doruğa ulaşır.Grundtvig’in yatılı halk okulu, halk okulu öğrenciliği ve halk okulu öğretmenliğinin tohumları onu işçi sınıfı ile buluşturmuştur. Fatih Pelle ve İnsan Yavrusu Ditte romanları unutulmaz yapıtları arasındadır. Fatih Pelle romanı sinema filmi olarak çekilmiştir. 1987 yılında En İyi Yabancı Film Oscan Ödülü’nü alan bu film bir baba ve oğulun daha iyi bir hayat umuduyla İsveç’ten Danimarka’ya yaptıkları göç hikayesini anlatıyor. Ancak hayat orda da sandıkları kadar kolay olmayacaktır. Halka olan saygısını, Grundtvig’in düşünceleriyle biçimlendirdiği söylenebilir. Yalnız kendi ülkesindeki insanları değil, dünya proletaryası için de yazmış, mücadele etmiştir.
Hans Kirk (1886-1962) emekçi kökenli değildir, ama emekten yana yazmıştır. Danimarka’nın ilk toplumcu yazarlarından biri olan Kirk de yatılı okullara gitmiştir. İlk romanı Balıkçılar’ı 1928’de kaleme aldı. Çeşitli dillere çevrilen bu roman, Danimarka televizyon filmi olarak da çekildi. Çok yönlü bir yazar olan Hans Kirk, bugün çağdaş Danimarka yazının en önemli kişilerdinden biri sayılmaktadır. Başlıca yapıtları şunlardır: Gündelikçiler, Yeni Çağ, Köle, Öfkenin Oğlu, Kentsoylu Öyküleri, Belediye Başkanı İsifa ediyor ve Gölge Oyunu. Çok sayıda büyük dile çevrilen Köle romanını, dilimize İngilizceden Sermet Yalçın kazandırdı. Köle, hem içeriği, hem de yazılma nedeni ve koşulları açısından son derece ilginç bir roman. Siyasi mücadelenin tam ortasına atılmış bir komünist olan Danimarkalı yazar, Nazilerin 1940’ta Danimarka’yı işgal edişinin ardından tutuklanır. Hans Kirk ve arkadaşları 1941 sonraları ve 1942 başlarında, yazarın kendi deyimiyle, ‘ümitsiz bir durum’la karşı karşışıdırlar. Nazilere boyun eğip eğmeme tartışmasının ortasına düşmüşlerdir. Roman işte boyun eğip eğmeme tartışmasına bir yanıt olarak yazılmıştır. Kirk, kitabın müsveddesini cezaevinde bitirir. Ardından bir fırstını bulup cezaevinden kaçar ve kaçarken de müsveddeyi gizler. Fakat Almanlar onu bulup yakalarlar. Yazar, savaşın ardından tüm romanı yeniden yazmak zorunda kalacaktır. Verilen önemli siyasi-felsefi mesajların yanı sıra, çok farklı kesimlerden gelen tipler de büyük bir başarıyla betimlenmiştir bu son derece etkileyici romanda.
Hans Scerfig (1905-1979) birkaç kuşaktır Danimarka’da en çok okunan yergici yazarların başında gelmektedir. Ludvig Holberg’den etkilenen sanatçı, ressamlık yapan yazar olarak tanınır. O ise kendini kitap da yazan ressam olarak görürdü. Hans Scherfig, romanlarında doğal ve normal insanların, demokratik olmayan bir sistem tarafından nasıl bozulduğunu, ezildiğini betimler. Yazarın çok beğenilen sanat yöntemi yergidir. Yergi ve tarihsel gerçekler klasik kabul edilen romanlarının belkemiğini oluştururlar. Anlatım tekniğinde yalın, alaycı bir biçimlendirmeve arasıra düzenin gerçek niteliğini açığa vurma özelliği çok belirgindir. Hans Scherfig’in romanları iki öbekte toplanabilir. Birinci öbeğe Ölmüş Adam (1937), ikinci öbeğe Yılgın Maymun (1964) örnek gösterilebilir. Bu iki kitabın da çıkış noktası, bilinen cinayet romanlarına benzer. Aslında modern ve kurmaca sanatla hesaplaşmayı içerirler. Yazar en çok okunan iki romanını 1930’lu yılların sonunda yazmıştır. Kaybolan Müsteşar (1938) ve Bakımsız İlkyaz (1940). Bu kitaplarında burjuva sınıfının bireyi istenci dışında nasıl terbiye ettiğini anlatır. Yazar, Kaybolan Müsteşar’da sistemin robatlaştırdığı bir devlet memurunu konu edinir. Bu kitabın filmi de yapılmiştır. Bakımsız İlkyaz’da ise, çocukluğunda, gençliğinde ezilen, yetişkin çağa gelince ezen, ama özgür olamayan bir insanı betimler.
Halfdan Rasmussen (1915-2002), sevincin acının, haksızlığa karşı oluşun, şakanın ve yaşamı anlamlı kılmanın şairidir. Şiirlerini çocuklar, yetişkinler, büyük çocuklar ve çocuksu yetişkinler için yazmıştır. O, H.C.Andersen’den sonra Danimarka’nın en tanınmış çocuk kitabı yazarıdır. Rasmussen, çocuğu ciddiye alıp, onun dünyayı algılamasına ve dilsel gelişmesine katkı sağlamayı amaçlamıştı. Çocukla çok iyi iletişim kuran ozan, onun hayal dünyasına uyaklı şiirlerle girer. Hepsi de resimlenmiş olan bu kitaplarından kuşaklar boyunca okunanlar arasında Uzun Boylu Peter Madsen, Küçük Afacan Frederik, Küçük Tulumba-Domuz, Halfdan’nın ABC’si, Teyze Andante, Hokus Pokus sayılabilir. Çeşitli yolculukllar yapan ozan, hemen her yolculuktan sonra yazdıklarında, kendisi için yeni olan insan tiplerini dile getirmiştir. Atinalı Orospu, Grönlandlı Ebe, İspanyol Alverez vb.
Benny Andersen (1929-2018), Danimarka’da en çok tanınan ve sevilen şair konumundadır. Andersen’e göre, modern bir insan yaşamı olanaklarla olanaksızlar arasında bilinen ve güven veren şeyleri sürekli aramakla geçmektedir. Şiirleri damıtılmış bir psikoloji ve çok iyi seçilmiş sözcüklerle örülmüştür. Kimi şiirleri dilimize çevrilmiştir. Sanatsallığa, bu sanatsallığın içinde gülmeceyle gerçeğin bir arada işlenmesine çok önem verdiği hemen bütün yapıtlarında görülür. Çok yönlü bir sanatçıydı Benny Andersen, sinema, tiyatro ve TV çalışmaları vardır. Ozanın düzyazı biçimindeki yapıtları da geniş bir okur kitlesince okunmaktadır. 1981’de kaleme aldığı ‘Köprüde’ adlı romanı, Nazilerin Danimarka’yı işgali sırasında iki erkek çocuğun bir köprüde geçen öyküsünü içerir. Onun öykücülüğü, uzman bir psikoloğun sanata dönüşmüş yazılarını andırır. Benny Andersen’e göre, birey kendi yaşamı konusunda sorunluluk üstlenmelidir. İnsanın, Dostoyevski’nin yeraltı-insanı gibi, kendi cehennemini yarattığıü toplumdaki değer yargılarının elinde oyuncak olduğu görüşündedir. Gülmece, alay, yergi aracılığıyla bu felsefeyi savunurken, eleştiride saldırgan değildi. Yaklaşımı, bir bilgenin yaklaşımını andırır.
Erik Stinus (1934-2009), Danimarka’da politik bir yazar olarak bilinir. Stinus’u ilk kez 1984 sonbaharında Kopenhag’daki politik bir etkinlikte tanıdım ve daha sonraki yıllarda dost olduk. Adı ve şiirleri artık Türkiye’de de tanınan bu yenilikçi devrimci ozanla birlikte çok sayıda Danca-Türkçe şiir etkinliği gerçekleştirdik. Nazım Hikmet’i Dancaya (iç ayrı seçki kitabı) çeviren Erik Stinus, Orhan Veli, F.H.Dağlarca, Vedat Dalokay, Kemal Özer (iki ayrı seçki) gibi ozan ve yazarlarımızı da Danimarka diline kazandırdı. Bu çevirilerin bir kısmını Murat Alpar’la birlikte yaptı. Ayrıca çok sayıda dünya yazarı ve şairin eserlerini Dancaya kazandırmıştır. Bertolt Brecht de Erik stinus tarafından Dancaya çevrildi.
Dünyanın altın bir küreye dönüşmesine ve genç kuşakların yeni umutla yaşamasına katkı sağlamak için şiir yazdığını söylerdi. Onun şiirindeki açılımı, gene kendisinin başka bir bağlamda yazdığı şu cümleleleri en iyi biçimde anlatmaktadır: ‘Dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan bir olay, aynı zamanda bizi de içine almaktadır. Sorumluluğumuz, hem geçmişi hem geleceği içererek, dünyanın her köşesine dek uzanmaktadır.’ Onu göre şiir, hem ozanın hem yazdığı çağın bir resmi, ozanın hem kendisinin hem başkalarının yaşamını anlama çabasıdır. Sözcükleri, ezgisi, dizemi, durakları ile şiir bundan da fazlası olabilir, ama hiçbir zaman bundan az değildir!
Erik Stinus’un şiir anlayışıyla ilgili temel niteliklerden lirizm ve anlatımcı söylem hemen öne çıkar. Şiirinin temel nitellikleri ve lirizm anlayışı, doğrudan coşkuyu gözeten bir yaklaşım içermiyor. Onun şiirinde coşku varsa, duyguların köpürüp coşmasıyla ilgili değil, zeka/bilgi süzgecinden geçirilmiş, daha çok sezgiye dayanan, sezdirmekle sağlanan bir lirizm sözkonusudur. Erik Stinus çok üretken bir yazardı, bunların arasında makaleler, kitap incelemeleri, kısa öyküler, romanlar, gezi kitapları ve şiir yer alır. Keşif Yolculuğu (1993) ve Matumaini (2008) romanları beğeni toplamıştır.
Dilimizde iki derleme şiir kitabı var. Erik Stinus’un ülkemizde tanınması, yalnızca şiirlerinin çevrilmiş olmasından kaynaklanmıyor. Türkiye’ye, başta Nazım Hikmet’e olmak üzere Türk şiirine gösterdiği ilgi, verdiği önem, ozanlarımızdan yaptığı çeviriler de bunda etken. Ama ülkemizle ve şiirimizle ilişki açısından onu konuşurken, bu saydıklarıma ek olarak, son 28 yıl boyunca yapılagelen bir etkinlik zincirini özellikle anmalıyız. Hemen her yıl ya Türkiye’de, ya Danimarka’da gerçekleştirilen şiir akşamlarında iki ülkenin ozanları bir araya geliyor, iki dilde şiirlerin okunmasıyla iki ülke arasında bir kültür köprüsü oluşturuyorlar. Artık gelenekselleşen bu etkinlik dizisinin (ilk 15 yıl) gerek kurucuları gerek katılımcıları arasında Erik Stinus en önde yer aldı.
İnger Christensen (1935-2009), çağdaş Danimarka şiirinin en önemli kadın ozanı, aynı zamanda bir tiyatro ve roman yazarıdır. Şiirlerindeki ortak ileti ‘geleceği görünür kılmaya çalışmak’tır. İlk şiirleri, daha çok kendi özgürleşmesini dile getirir. Daha sonraki şiirlerinde de özgürlük düşüncesi sürekli vardır, ama bireysel özgürlüğün yerini toplumsal özgürlük anlayışı almıştır. İnsanların korkuları, kaygıları adına dünyadaki bütün demokrasi düşmanlarına karşı, sanatıyla mücadele vermiştir. Toplumsal çelişkileri zamanında saptayan ozan, çeşitli dengelerin korunmasına saygı gösterirken, işe yaramayan eskinin yıkılmasını savunurdu. Bundan dolayı da radikal bir ozan olarak bilinir.
Sonsuzluk Makinası (1964) ve Azomo (1967) romanları, kişisel sorunlardan tamamen arınmış toplumsal sorunları içerir. Sonsuzluk Makinesi’nde düzeni, isyancıl ve günlük yaşamda bunalan bireyleri anlatır. Yapıtının kahramanı, Noel akşamı doğan ve 30. Doğum gününde asılan Ulrik Kent’tir. Toplumsal muhalefeti durdurmak isteyen yöneticiler, halka gözdağı vermek için önder Ulrik’i Noel günü törenle asarlar. Ama Ulrik, nasıl olursa olur, mezarından çıkar ve yaşayanların arasına yine önder olarak katılır. Bütün insanlar, ölümün nasıl bir şey olduğunu ondan öğrenmek isterler. Yazar bu romanında ölümden duyulan korkuyu alaylı bir dille anlatır.
Azomo romanını ise, sanki daha önceki romanının üstüne oturtmuştur. İnsanların kültürden yaratıldığını ve insanın kültürü yarattığını felsefi ve politik bir biçimde dile getirir. Azomo ilk bakışta bir aşk romanına benzer. Bir grup kadınla iki erkeğin mektuplaşmasını içermektedir konusu. Dayanışmayı, hoşgörüyü, insanın kendi yazgısını belirleme hakkını birbirine bağlayarak şiir dille anlatır burada. Azomo’daki bu evrensel görüş, 68’Kuşağı’nın özlemleri ile birleşir.
Alfabe (1981) Kelebekler Vadisi adlı şiir kitapları yalnız Danimarka’da değil, dünyada çok iyi tepkiler almıştır. İçinde Aziz Nesin’inde bulunduğu 12 dünya sanatçısını tanıtmayı amaçlayan Sözcükler (1994) adlı Danimarka filminde sözü edilen sanatçılardan biri de oydu. Ayrıca Danimarka’da doğrudan onun yaşamını anlatan Ağustosböceği (1998) adlı 55 dakikalık bir film de yapıldı.
Peter Poulsen (1940-), ilk şiir kitabının çıktığı 1966 yılından bugüne dek 26 şiir, 4 öykü, 7 de roman yayınlayan ozan, ayrıca Portekizce ve Fransızcadan çok sayıda çeviri yaptı. Doğayla, insanlarla, müzikle içli dışlı bir yaşam süren yazar, üstün yeteneğiyle etki altına alan iki kişilik sergiler. Hem Avrupa kültürünün, hem kendi toplumunun verdiği olanakları iyi kullanır. Şiirlerinde insan yaşamını çok iyi bir biçimde işler. Peter Poulsen bir doğaçlama ustasıdır. Sıradan bir olay, politik bir mantıksızlık, ayaküstü bir konuşma, sevgi, akla gelebilecek her şey yazılarının çıkış noktası olabilir. Ozanın çok sayıda şiirinde büyük şehirlerin yaşamlarını anlattığı görülür. Kimi zaman yağmurlu ve karlı Kopenhag günlerini, kimi zaman yıldızların kahve fincanına düştüğünü ya da bulutların duvarları delip geçtiğini anlatır. 1983’te kaleme aldığı ‘Kopenhag’daki Mucize’ romanında müzisyenleri, ressamları, ozanları, işsizleri, kötürümleri, yabancı işçileri, faşistleri, orospuları ve akıllı kadınları birbiriyle buluşturur. Bunu yaparken de güzel bir mizah örneği sergiler. İnsanın insanca yaşama mücadelesine şiirin ve edebiyatın evrensel katkısı olduğuna inanan, her sabah gün ışığıyla birlikte yazmaya başladığını söyler, ‘Bütün günler gün ışığıyla başlar ve rengi mavi olan gün ışığı daha güzel aydınlatır’ der Peter Poulsen. Çok sayıda şiirini dilimize Murat Alpar çevirdi.
Henrik Nordbrandt, ‘Danimarka’da doğmuş olmama dayanamıyorum, 21 Mart 1945 Kopenhag doğumlu olmama ise, hiç mi hiç dayanamıyorum’. Henrik Nordbrandt, bir şiirinde Kopenhaglı olduğunu böyle dile getirir. O, şiirlerinde büyüleyici ezgisellik ve çarpıcı şiir mantığıyla Danimarka’da bir Henrik Nordbrandt söylemi yaratmıştır. 1967 yılında ülkesini terketmiş, bir şiirinde yazdığı gibi ‘hiç kimseyle ortak öyküsü olmayan’ bir yer aramak üzere önce Yunanistan’a, 1970’ li yılların başından bu yana ise, Türkiye’ye uzun süreli kalmak için gelmiştir. Çok iyi derecede Türkçe konuşan ozan, Nazım Hikmet’in kimi şiir ve türkülerini ezbere bilir.
İlk şiir kitabı 1969 yılında yayımlanan ozanın yirmiden fazla şiir kitabı var. Nordbrandt’ın şiir kitapları dışında, Türkiye ve Yunanistan anılarını anlattığı ‘Bir Osmanlıdan Mektuplar’ (1978) adlı bir gezi kitabı, konusu yine Türkiye’de geçen ‘Finckelstein’in Kanlı Pazar Yeri’ adlı casus romanı , bugüne kadar yaşadığı evleri anllatığı ‘Periler de Birlikte Taşınıyorlar’ adlı bir deneme kitabı, Ankara-Bodrum arası yolculuğu düş kurarak anlatan ‘Elektrikli Fare’ ve ‘Tifanfaya’ adlı iki çocuk kitabı var. Hemen her türde ürün veren sanatçı, 1994’te ise Danimarka okurunun karşısına Türk mutfağını ve yemek kültürünü tanıtan ‘Kadınbudu’ adlı yemek kitabıyla çıktı. Son yıllarda hem şiir hem roman yazan Henrik’in çok sayıda şiiri Murat Alparın’ın Türkçesiyle Türkiye’de kitap olarak yayımlandı.
Niels Hav (1949-) Danimarka’nın yaşayan en güçlü şairlerinden biri olarak tanınıyor. ‘Biz Buradayız’ adlı şiir kitabı pek çok ülkede ses getirdi. Yayımlanan 8 şiir 3 öykü kitabı var. Niels Hav zekasıyla, duyarlılığıyla, ince ironisiyle, kişisel özgürlüğü ve toplumcu vicdanıyla, gözünün değdiği her şeyde bir şiir kokusu alarak, bir şiir teması duyumsayarak, sadece bu temayı değil, onun da ötesinde, ondaki yaşamsallığı, canlı dokuyu şiire ya da öyküye dönüştürmeyi başarıyor.
‘Yaşamın anlamı yaşamaktır’ diyen şair ve öykü yazarı Niels Hav, yazarlığıyla ve kişiliğiyle bir dünya vatandaşıdır. Yenilikçi Danimarka şiirinin seçkin şairlerinden olan ozan, yaşadığımız gerçeklere başka bir açıdan, yani çağdaş bir şair gözüyle bakar. Ayrıntılarda yakaladığı ipuçlarını, bütünde altını çizerek işler. 28 yıldır düzenlenen Danca-Türkçe şiir etkinliklerine hem düzenleyici hem şair olarak katkıda bulunan Niels Hav, ‘hep buradayım, oradayım ve sizinleyim’ diyebilen bir yazardır. Kuzey’in soğuk ve karanlık ülkesi olan Danimarka’da, Niels Hav yaşamıyla ve sanatıyla sürekli insan sıcağını işlemiştir. O, yaptığına ve yazdığına bakarak, nasıl yaşadığını anlamaya çalışır. Şairin Türkçeye çevirilen şiirleri, Kopenhag Kadınları adlı kitap olarak yayımlandı. Niels Hav, yaşam denizine dalıp çıkan bir karabatak giibidir. Şiirin kokusunu duyumsadığı her yerden bulup çıkarır onu.
Pia Tafdrup (1952-), günümüzde Danimarka’da en çok tanınan ve sevilen kadın şairdir. Çok sayıda şiiri Murat Alpar tarafından Türkçeye kazandırıldı. 18 şiir kitabı var ve çok sayıda şiiri dünya dillerine çevrildi. Pia Tafdrup’un 2 romanı ve 3 de tiyatro kitabı var. Pia Tafdrup, 1980’lerde, 1970’lerin şiirde toplumsal gerçekçilik akımına tepki olarak ortaya çıkan, bireyci şiirin temsilcilerindendir. Ozanın şiir konusundaki düşüncesi kısaca şöyledir:
‘… Şiir yazmak,olanaksızlıkla uğraşmak, anlatılamamış olan bölgeye girmektir. Şiir yeni evrenseller yaratarak, sınırı aşmayı denemektir… Şiir yazmak, sözcüklere özgürlük vermek, gene de her şeyi söylememektir. Şiirin bütünüyle soyutlama olmaması gerekir…Şiir, soyut olanı duyumlarla algılanır duruma getirmelidir… Somutlama, duygu ve düşüncedir şiir. Varoluşun karmaşıklığı, ancak yoğunlaştırma aracılığıyla anlatılabilir. Bir şiirin, okuyan için ne anlama geldiğini bilemem ama o şiir, yazılırken ben de uyandırdığını, başka bir insanda da uyandırıyorsa, daha ne istenebilir ki?’
Thomas Boberg (1960-), deyim yerindeyse yeryüzünü kendine yurt edinmiştir. Danimarkalı masal yazarı H.C.Andersin’in ünlü ‘seyahat etmek yaşamaktır’ deyişini kendine düstur edinen Thomas Boberg, bazen Peru’da, bazen Küba’da, İspanya’da, Afrika’da bazen de doğup büyüdüğü Danimarka’dadır. Şiir, gezi kitapları ve roman yazarı Boberg, çok seyahat etmenin insana kazandırdığı iyi şeylerin bilincindedir. Yaptığı seyahatlarda edindiği birikimi kçtaplarına yansıtır. Nitekim 2007 yılında yayımladığı şiir seçkisinin adı ‘Ziyaretçi Defteri’dir. Yazarın ayrıca ‘Gümüş Tel’, ‘Fas Motofi’, ‘Amerika ve Seyahat Davetiyesi’, ‘Daha Sonraki Şehir’ adlı gezi kitapları vardır.
Thomas Boberg, ilk şiir kitabını 1984’te yayımladı. Danimarka’daki kendi yaşıtı olan şairlerden farklı bir sanat anlayışı içinde yazan Boberg, bugüne kadar yayımladığı 20 şiir kitabıyla hem ses getirmiş, hem de özgün çizgisini korumuştur. Bu yıl Danimarka Akademisi ‘Büyük Ödülü’ Thomas Boberg’e verildi. Ozan, yerleşik düzene ve yerleşmiş tabulara sanatıyla başkaldırır. ‘Amaşsız Dolaşanlar’ (2008) romanında kahramanlardan birinin yaşamı İstanbul’da son bulur! Thomas Borberg’in ses getiren son romanı Afrika (Afrikana-2019), sadece batı’nın hurda kıtası değil, dünyamızı anlamak istiyorsak önem vereceğimiz en iyi yerin Afrika olduğunu anlatır. Bu seyahat romanını ve Afrika’ya kendi sesini vermek için Etiyopya, Sudan ve Gambiya’yı beş yıl dolaşıyor. Romanda yaşamın acı noktaları hala aynı, ama beş yıl süren yolculukta kadının ve koca bir kıtanın aşkını buluyor. Thomas Boberg, 2013’ten beri Afrika’yı dolaştı ve kıtanın derinliklerine girmeye çalıştı. 400’den fazla sayfadan oluşan bu romanında, Afrika’ya Batı bilincimizde kendi sesini vermeye çalışıyor. Diğer bir deyişle ‘Africana’ aynı zamanda mutlu sonla biten bir aşk romanıdır…
Danimarka’da 1960’ların ortasında ortaya çıkan gerçekçi akımın yazarlarından; A. Bodelsen (1937), C.Kampmann (1939), L.Panduro (1923-1977) yergili ve grotesk bir eleştiriyi gerçekleştirdiler. T. Hansen (1927) tarihsel-belgesel romanları, Else Gress (1919), Suzanne Brögger kadın sorunlarını içeren eserleriyle tanındılar. Brögger’in dilimize çevrilmiş ‘Bizi Aşktan Koru’ adlı kitabını okumanızı öneririm. 1970’lerde şiirde modernizm; L.Christensen (1935), Uffe Harder, Klaus Rifbjerg gibi şairler tarafından sürdürüldü. Günümüz de çok sayıda genç ve iyi roman yazarları var Danimarka’da. Örneğin Christian Jungersen, Carsten Jensen, Jakon Ejersbo, ve Kenneth Bögh Andersen’in kimi romanları Türkçeye Nur Beier tarafından çevrildi.
Danimarka edebiyatı ile ilgili genel bilgiler ile yazar ve eserleri hakkında söyliyebileceklerim bunlar.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.