Bir adam işsiz kalırsa bir yerde, yaşama hevesinin azaldığını, akşamları eve gitmenin zorlaştığını bilirler.
Bir deprem olursa bir yerde, insanların enkaz altında kaldığını, umutların ezildiğini, hayallerin yıkıldığını düşünürler.
Bir çocuk ağlayınca bir yerde, babanın neden kızdığını anlamaya çalışırlar, hıçkırıkların bastırıldığını ve çocuğun suçsuz olduğunu bilirler.
Çok şey yaşanır hayatta derler. Ama bunları sadece haber almakla kavranamayacağını, kimi zaman yaşadıklarımızın bile, yaşamın gerçeğini anlamak için yetersiz kalabileceğini bilirler. Ne enkaz altında ezilmek, ne işsiz kalmak ne de ağlayan bir çocuğu görmek yetmez yüreğinde insan sevgisi, kafasında demokrat olmanın gereğinin bilinci yoksa.
Aslında bütün çözümlerin yaşanan sorunların içinde olduğunu, bilinçli ve örgütlü bir mücadeleyle her engelin aşılabileceğini, insanın en büyük gücünün umut ekip umut toplamak olduğunu bllmek, yaşamı bu biçimde görebilmek demokrat olmanın gereğidir.
Onca televizyondan, radyodan, gazeteden gelen haber borbardımanı, hayattan habersiz kalmanızı sağlayabilir. Nasıl ki okullarda onca tarih kitabı tarih öğrenmenize engel oluşturyorsa, nasıl ki onca köşe yazarını okumak insanları düşünemez duruma getirebiliyorsa, bunca politikacı yaşadığınız toplumdan sizi buz gibi soğutabilir de.
Demokrat insan olma seviyesine, ancak gerçekliği yeniden yaratarak ulaşabiliyor. Üreterek ve paylaşarak demokrat tavır sergilenebiliniyor. Gerçekliği anlamak , algılamak, aramak amacıyla hayat yolunda ilerlerken verdiğimiz kararlar ve sergilediğimiz tavrılar, bizim demokrat olmamızı sağlayabiliyor.
Bir insanın demokrat tavrı, sürekli, gücünü ve güzelliğini yaşamın gerçeğinden alan, yüreğini gerçeklerden yana koyan bir tavırdır. Söyleyeceği sözü, seçeceği davranışı hayatın içinden alıp buna uygun bir şekilde yaşamak insanı güçlü kılar. Yalana gereksinim duymayan, duru ve derin sesliliktir demokratlık.
Çağın tanığıdır demokratlar. Küçük dükkanları, simitçileri, çayevlerini, dolmuşları, denizde yüzmeyi, dağda yürümeyi, müzik dinlemeyi de severler. Çukurdaki fabrikayı, yokuşta başıboş dolaşan köpeklerle arka bahçede eşinen tavukları da görürler. Onlar hep doğru yerde durmaya ve hayata doğru açıdan bakmaya çalışırlar.
Doğal afetlerin neden meydana geldiğini ve onların neden en çok yoksulları vurduğunu, böylesi felaket günlerinde bile insanların nasıl olup da sadece kendi başlarının çaresine bakacak bir ruh halinde yaşadıklarını bilseler de kabul etmekte güçlük çekerler. Hayattaki yoksullukların, işsizliklerin, katliamların nasıl ve neden üretildiğini, içinde yaşanan sistemle bu konuların ne kadar ilgili olduğunu bildikleri için kurulu düzen tarafından sevilmezler ve çoğu zaman cezalandırılırlar.
Gerçeğin ve gerçekleri dile getirenlerin sesi her zaman, tarih borunca bastırıldı. Eskiden daha çok zorbalıkla, yok etmeye çalışmakla, hapisle, sürgünle yapılıyordu bu bastırma işi. Çağımızda zorbalığa yeni yöntemler eklendi. Manipülasyon, reklam, TV var artık.
Şimdi Arap Baharı moda oldu! Ama kendi ülkende demokrasi isteyenlere, çağdaş eğitim isteyenlere, kimliğine kavuşmak isteyenlere, farklı düşünüp yazan gazetecelere yapılan zorbalık kara kışla bile açıklanamıyor.
Aldatmaya, yalana karşı gerçeğin sesine sahip çıkmak bugün eskisinden de önemli… Duru ve derin sese çok gereksimim var.
Bu köşede şiirin güzelliğine hep yer veriyoruz. Bakın Nihat Behram ne diyor:
…Sevginin ve öfkenin uğultusunu bağrına vura vura taşırken
sana karşılık gözetmiyor o gencecik insanlar;
ne barbarın tehdidi
ne dişleri kıran elektrik
dalga dalga yayılan o rüzgarı durdurabilir
Bu direniş senin için ey halk;
bu çığlık, senin kollarınla yıkılsın şu köhne dünya ve çoşkuyla
yeniden kurulsun diye çınlatıyor hayatı
Ey halk, haykır acını bu kara dumanı dağıt…
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.