Antalya Bahçeşehir Koleji, Anadolu Liseleri ikinci sınıf öğrencisi 15 yaşındaki Elis Kahraman’ın yazdığı ‘Gürültü’ adlı hikaye Antalya’da liselerarası kompozisyon yarışmasında Antalya üçüncüsü seçildi.
Haber.dk olarak Elis Kahraman’ın bu güzel kompozisyon hikayesini okurlarımızla paylaşıyor ve genç kardeşimize eğitim yaşamında başarılar diliyoruz.
Elis KAHRAMAN
Her yerde gürültü var. Annesini delirten ağlayan bebek, durmak bilmeyen korna sesi, arkadan çalan arabesk şarkı, yaşlı amcanın bağırarak telefonda konuşması… Neden her yerde gürültü var? Birbirine giren bu sesler müzisyenin ince ruhunu adeta parçalıyordu. Her yer tıklım tıklım birbirine girmiş durumdaydı. Bu kalabalık artık fazla geliyor, aldığı nefes yetmiyordu. İçini daraltan bu gürültü ve kalabalığa artık dur diyemiyordu. İnsanların gürültüsüne katlanamıyordu. Onların her konuşması kulaklarını kanatıyordu. Halbuki kalabalıkta Galata Kulesi kadar yalnızdı.
Üstüne üstüne gelen otobüsü terk etti ve kendini İstiklal Cadde’sinin sokaklarına bıraktı. Ortamın renkli havasını, kalabalık yeniyordu. Daracık sokaklarından geçip evine ulaşmaya çalışıyordu. Zaten hastalıklı olan bu genç sanatçı delirmenin eşiğindeydi. Kontrolünü kaybediyordu.
Ara sokaklara saparak evine ulaştı. Dış kapıya ulaşınca demir aralıklarda market reklamlarıyla beraber tatil beldelerinin afişleri vardı. İçeriye girdi ve kapıyı açınca onu karşılayan dağınık ayakkabılığı, her yerde olan kıyafetleri ve dün akşamdan kalma pizza kutusundan ne kadar pasaklı olduğunu düşünmesi gerekirken o yuvaya dönmenin sevincini yaşıyordu. İçeri girdi ve kalan son iki dilim pizzayı çiğnemeden yuttu. Kendini kanepesine bıraktı, stüdyodan dönene kadar peşini bırakmayan bu şehir artık müziğini yapmasına da izin vermiyordu.
Birkaç saat kanepede uyukladı ama korna sesleri uykusunda bile rahat vermedi, kalktığında canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Tek istediği kendi müziğinin dinginliği ve biraz huzurdu. O esnada giriş kattaki tatil beldelerinin afişleri aklına geldi. Belki İstanbul’dan uzaklaşmak, biraz kafa dinlemek ona iyi gelebilirdi. Zaten çok izin kullanmadığı için bir haftalık tatili denkleştirebilirdi. Tek sıkıntı bütçesinin iyi bir otele uygun olmamasıydı. Belki kamp yaparım. Hem açık havada vakit geçirmek gibisi yok, artı yaz ayında soğuk ne arar?
Bilgisayarını açtı ve araştırmaya başladı. Birkaç bölgeye baktıktan sonra Bodrum ve Olimpos arasında kaldı. Lisedeyken ailesiyle daha önce Bodrum’a gittiği için Olimpos’ta karar kıldı ve iki gün sonra sabah saat dokuzda, şehirlerarası otobüsle yola çıkmaya karar verdi.
Olimpos sınırına vardığında, genç sanatçı ikinci otobüsünden indi. Antik kente kadar yürümek istemişti fakat güneşin bu kadar yakıcı olabileceği aklının ucundan dahi geçmedi. Güneşi kaplayan büyük beyaz bulutlar ortadan kaybolmuş ve bundan faydalanan güneş müzisyenin başını eğiyordu. Kamp eşyalarının yanında gitarını da taşıması ona hiç avantaj sağlamıyordu. Kamp alanı deniz kıyısının iki kilometre ilerisindeydi ve deniz kıyısına varmak için önce daha Olimpos Antik Kenti’nden geçmesi lazım. Otobüsten inmekle hata mı etmişti acaba?
Patika kıvrıla kıvrıla gidiyordu. Ayağının altında ezilen sarı toprak ve kumlar ona çöl hissi veriyordu. Halbuki etrafı yeşilin parlak tonuyla süslüydü. Antalya’nın sıcağı onu zorlamıştı ama yürümeye devam etti. Patikanın biraz ilerisinde onu güneşten kurtaran devasa bir meşe ağacı bütün kudretiyle dimdik duruyor, ağacın kalın kökleriyse toprağa sarılıyordu. Müzisyen sırtını ağacın gövdesine yasladı ve biraz su içti. O esnada birbirlerine şarkı söyleyen bülbülleri dinledi. Etraftaki papatyalar başı bükük bir şekilde kokularını yaymak için toprakla yarışıyordu.
Huzur buydu işte semanın maviliği ona hiç bu kadar yakın olmamıştı. Hafif esinti ve bütün canlıların tabiatla olan eşsiz uyumu, şehrin onu sürükleyebileceği bütün cehennemlerden çıkarıp cennetine, huzurunun başkentine varmıştı. Burada düşünmeyi bıraktı sadece dinledi. Kuşların ötüşünü, yaprakların haşırtısını ve hatta kilometrelerce ötedeki denizin kayalıklarla olan kavgasını bile dinledi.
Hükmetmedi. Uyum sağladı. Çünkü tabiat onun eksik yanıydı, onu sarıp sarmalayan ve ait olduğuydu ama en önemlisi tabiat onun şu vakte kadar eremediğiydi. Doğanın sonsuz egemenliği altındaki birleşmenin verdiği saadetti.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.