Angelina Jolie’nin yönetmenliğini, yapımcılığını üstlendiği, Laura Hillenbrand’ın Unbroken: A World War 2 Story of Survival, Resilience and Redemption adlı kitabından uyarladığı savaş dramı Unbroken(Boyun Eğmez/2014) Amerikalı koşucu, savaş kahramanı Louie Zamperini’nin olağanüstü yaşam öyküsünü anlatıyor.
California’da büyüyen, yoksul bir İtalyan göçmen ailenin 1917 doğumlu oğlu Louie ailenin yüz karası olduğunu düşünür, kendini küçük görür. Louie’deki(Jack O’Connell) koşuculuk yeteneğini gören ağbisi Pete(Alex Russell) onu çalıştırmaya başlar. Louie ya çalışıp kazanacak ya da sokaklardaki başıboş yaşamını sürdürecektir.
Ünlü 1936 Berlin Olimpiyatları’nda 5 bin metreyi 56 saniyede koşan Louie yeni bir Amerika rekoru kırar. 2. Dünya Savaşı’na hava bombardımancısı olarak katılır. Uçağın motorları bozulunca bomba ekibi Pasifik Okyanusu’na düşer. İçlerinden Louie, Phil(Domhnall Gleeson), Mac(Finn Wittrock) sağ kalır. Sınırsız okyanusun ortasında kurtarma botunun içinde çiğ balık yiyerek, yağmur suyu içerek, umutlarını yitirmeyerek 45 gün geçirirler. Aralarında bir Mac direnemez. 45 gün sonra Japon savaş gemisi Louie’yle Phil’i esir alarak Omori Esir Kampı’na götürür. Hillebrand’ın romanını okuyan Jolie çok etkilenir, bir süre sonra Louie’nin komşusu olduğunu öğrenince de 2 Temmuz 2014’te 97 yaşında yaşamını yitiren Zamperini’nin yaşam savaşımını filmleştirir.
Esir kampının yöneticisi Çavuş Watanabe(Miyavi) Louie’ye insanlık dışı işkenceler yapar. Burada güçlerin çatışmasını izleriz. Louie tam bir savaşçıdır. Zamperini Jolie’ye “Beni sıradışı, olağanüstü bir kişilik gibi gösterme, sıradan, yetersiz biri gibi yansıt ki izleyici de benimle özdeşleşip yaptıklarımı o da yapabilsin” der.
Arkadaşlarınca aşağılanan, yanlış seçimler yapan Louie ünlü bir atlet olabileceğini düşünmemiş. Savaşın ardından da dibe vurarak depresyona girmiş, alkolik olmuş. Yaşadığı korkunç olaylara karşın sonunda toparlanmış, acının, nefretin içinde boğulacağına işkencecilerini bağışlayarak iç huzura kavuşmuş. Tanrı ve inanç temalarını evrensel bir bakışla yorumlayan Jolie, Tanrı nedir, dualarla kime
seslenirsiniz sorularını sorarak, Yaradan’ı doğan güneşte, kardeşlerinizde, oğlunun savaştan dönmesi için yakaran annede bulabilirsiniz diyor. Ona göre insanın ortak değerlerine odaklanırsak dünya güzel bir yer olabilir. Louie’de işkencecisi Watanabe’yi bağışlayarak aydınlığı bulur.
Jolie başkasının yerine kendinizi koymadan başkalarını yargılayamazsınız diyor:”Tarihe, özellikle yakın tarihimize bakarken neyin yüzde yüz iyi, neyin yüzde yüz kötü olduğunu ayırt edemeyiz. Bu son derece güçtür. Dünyayı siyah ve beyaz diye algılamak kimseye birşey kazandırmaz. Bazılarının neden yokedici, şiddet yanlısı, kinci olduklarını anlamalıyız. İnsanın insana karşı bu acımasızlığını kavramak çok güç”.
Angelina Jolie, insanların karakterlerini deşmek için savaş bağlamını kullanıyor. Ona göre savaş insan doğasının en iyi, en kötü yanlarını ortaya çıkarıyor. In the Land of Blood and Honey’de(Kan ve Bal Ülkesinde/2011) arkadaşların, komşuların, aşıkların nasıl ölümcül düşmanlara dönüşebildiklerini anlattı. Boyun Eğmez’de örseleyici, yaralayan deneyimlerin üstesinden gelip nasıl olumlu, umutlu olunuru irdeliyor. İnsanoğlu bu gizil gücü nereden buluyor ? Tüm bu sorulara yanıt bulmak istiyor Jolie çünkü 12 yıl süresince sığınmacıların elçisi oldu, savaşların sivillerin üzerindeki etkilerine tanıklık etti:”Umutsuz insanlar hep tutunacak bir dal buluyorlar. Louie’de bunu başardı. Demek ki umut hala var”.
Senaryosunu Coen Kardeşler’in yazdığı, irade, inanç, direnç, özgürlük, yaşam, ölüm temalarını yetkinlikle tartışan Unbroken(Boyun Eğmez) bugün gösterimde.
Kaynak: Aslı SELÇUK, Cumhuriyet