Başlığı okuyup da, insanoğlunun bu kadar zor bir sınavdan geçtiği bir dönemde ‘Şimdi aşkın sırası mı?’, ‘Koyun can derdinde, kasap et derdinde’, deyip kestirip atmazsınız umarım.
Başlığı ‘Kolera günlerinde aşk’ adlı bir eserden esinlendim ve ‘Korona günlerinde aşk’ dedim.
Ama önce ‘Kolera günlerinde aşk’ı daha önce duymamış okurlarımıza kısaca bir açıklayayım.
Dünyaca ünlü yazar Gabrial Garcia Marquez’in sinemaya da uyarlanan romanı “Kolera günlerinde aşk”, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında koleranın ortalığı kasıp kavurduğu ve toplu ölümlere yol açtığı bir dönemde, terkedilmiş bir sevgilinin, gençlik yıllarından başlayıp yaşlılığına dek süren yarım yüzyıllık aşkının öyküsünü, acı çekmenin erdemini anlatır.
Bizler de bugünlerde, “insanlık bitti mi yoksa hala devam ediyor mu, sosyal dayanışmanın neresindeyiz”, sorusunun sorulduğu bir dönemden geçiyoruz.
Koronavirüs salgını nedeniyle bir çok Avrupa ülkesinde alarma geçildi. Bazı Avrupa ülkelerinde sokağa çıkma yasağı kondu, sınırlar diğerleri için kapatıldı, salgına karşı önlemler kapsamında bir çok kural ve yasaklar getirildi. Sokağa çıkamayan halk ise, moralini yüksek tutabilmek için balkonlarından şarkılar söylemeye, alkışlar tutarak seslerini yükseltmeye başladı. Belki de daha önce hiç selam vermediği kapı komşusuna balkonundan ilk kez selam verdi.
Koronavirüs korkusu, insanları evlerinde ya da karantinada nasıl tutabileceğini gösterdi. Görünen o ki, ülkelerin bu salgın karşısında başarılı olup olmadıkları henüz bilinmiyor, ama insanları evlerine kapatmayı başardılar sayılır.
Bu arada, komplo teorilerine pek sıcak bakmam, ama ‘Avrupa, virüs sayesinde sınırlarına dayanan yüzbinlerce mülteciyi içeriye almamanın provasını da mı yapıyor?’ demekten alıkoyamıyorum kendimi.
Evet, şu sıralar virüs nedeniyle fiziksel olarak insanlar pek yan yana gelmek istemiyor, virüsün kendisine bulaşmaması için aralarına bir kaç metre mesafe koyuyor. İnsanlar birbirleriyle karşılaşmamak için kaldırım değiştiriyor. Sevgililer bile birbirlerini kucaklarken, tereddüt içindeler.
Bu salgın, insanları sevdiklerinden ayırdı. İnsanlar birbirlerine yakın durmaktan, dokunmaktan, sarılmaktan, öpüşmekten korkar oldu. Bazıları can derdine düştü, bazıları da toplumsal bilinç ve sorumluluk gereği böyle davranmak zorunda bırakıldı. Sevgiye bile mesafe konulması, bir türkünün içinde geçen “Sevgiye mezar kazıldı” dizesini hatırlatmaya başladı bana.
Bu korku, insanların yaşama, sevgiye bakışını da değiştirdi. Artık iyisiyle, kötüsüyle yeni bir yaşam tarzı başladı. Bu zor günlerde yaşanan acıların en zoru da, sevdiklerini göremeden bu dünyadan göçen insanların geride bıraktıkları. Hastanedeki 60 yıllık eşini karantina yüzünden göremeden, sadece telefonda vedalaşarak kaybeden bir eşin acısı yürekleri yakmaya yetiyor.
İnsanlar yazılı ve görsel medyada hergün virüsten korunmak için neler yapmaları gerektiği hakkında birçok şey görürken, tabii ki kafalarda da sorular oluşuyor haliyle. Herkesin kafasında oluşan sorulardan bazıları da tabii ki yaşamla, sevgiyle ilgili. İnsanlar hayattan istedikleri, hayalleri ve onları doya doya yaşayabilecek ömrünün olup olamayacağını, kısacası geri kalan ömrü konusunda yaşam ve vicdan muhasebesi yapıyor. En büyük sorulardan birisi ise virüs yüzünden can derdine düşme, sevdiğinden ayrı kalma, kavuşamama ve onu kaybetme korkusu.
Umarım, can pazarının yaşandığı bu karanlık günler uzun sürmez ve korona günleri yerini sevgiye bırakır.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.