Yazan : Per NYHOLM
Türkçesi: Hüseyin Duygu
Kapımın eşiğinde bir köpek uyuyor, incir ağaçlarının altında birkaç kedi dolaşıyor, müezzin camisinde küçük bir topluluk oluşturan gerçek müminleri şu anda ibadete çağırdı. Güneş ışınları Kuzguncuk-İstanbul banliyösünü kolayca pişiriyor. Bu cumartesi dükkanlar açık; kasap, manav, kuaför terzi, kadının biri çamaşır deterjanından, ampul, şarap ve Anadolu taze yoğurduna kadar çeşitli şeyler satıyor. Plastik gıda? Türkiye’de yok. Uygar bir ülkeden söz ediyoruz. Burada yaşlılara sahip çıkılıyor. Erkek çocuklar Rum Katolik Kilisesi önünden futbol oynuyorlar, Beşiktaş Fenerbahçe’ye karşı, sokak köşelerinde ip atlayan kızlar annelerinin alışverişine yardımcı oluyorlar. Hepsi güzel giyimli, yaşlı kadınlar genellikle başörtülü, genç kadınların nerdeyse hepsi başörtüsüz.
Kuzguncuk, Danimarka diline Ravnekrogen olarak tercüme edilebilir. Neden olmasın? Anadolu yakasındaki Kuzguncuk sakin, mütevazi, lüks; gölgeli ağaçlar, klasik ahşap evler, bilinen yalılar. Asya ve Avrupa arasındaki Boğaz’a doğru yürüyorum. Yol boyunca erkeklerin gazete okuyup, okey oynadıkları bir düzine kahve önünden geçiyorum. İsmet Baba restoranın önüne su içinde kazıklar üstüne inşa edilen terastan İstanbul’un Avrupa yakasını görüyorum. 21. yüzyılın yükselen profilinden önce, Osmanlı sultanlarının yaşadığı Dolmabahçe, Çırağan, Yıldız saraylarını, onlar Manhattan’dan daha oryantal. Sağımda iki kıtayı birbirine bağlayan köprülerde yoğun trafik var, sol tarafta önce Topkapı sarayı, Aya Sofya, Sultan Ahmet Camii’ni ve Beyoğlu önündeki iskeleden Akdeniz ve Karadeniz’e açılan yolcu gemilerini görüyorum. Az şekerli bir Türk kahvesi getiriyor Mahmut. Bir süre konteyner yüklü Bulan Maersk gemisinin Karadeniz’e doğru gözden kaybolmasını izliyorum.
Büyük bir içtenlik ve nezaketle iyi arkadaşlarımın bana sağladığı Kuzguncuk’taki bir dairede severek kalıyorum. Üst komşum Ezra bu sabah ev yapımı altın kahve renkli bir tas dolusu bal verdi bana. Geçenlerde de Türkiye’nin tükenmez gıda deposu Anadolu’dan getirdiği bir torba meyve verdi. Kuzguncuk’ta zengin ve fakir az sayıda, her şey iyi ve düzenli gözüküyor. Fanatik, şüpheci ve sert davranışlarda bulunmadan birbirimizle birlikte oluyoruz. İnançların bir rolü yok, bu tür şeyler Suriye ve Danimarka’daki aşırı tepki gösterenlere bırakılıyor.
Üsküdar İskelesine birkaç dakika mesafeden kalkan ve Boğaz’dan geçerek Avrupa yakasında çok yere uğrayan otobüse binip, haftada üç ya da dört kez Kabataş, Karaköy, Mısır Çarşısı, Yeni Cami (1665 yılında yapılmış) ve Galata Köprüsü altındaki balıkçı restoranlarına gidiyorum. İşte buradan tekneler yüklerini 2000 yıldır Karadeniz, Marmara ve Akdeniz’e taşırlar. Daha belki Kafkasya’ya doğru hiç yelken açılmamışken, Jason ve Argonotları buradan geçtiler. Sadece Altın Postu değil, kral kızı Medea’yı da çaldılar.
Eminönü’nde her şey mümkün. Buradan otobüsle Fener mahallesindeki Rum Ortodoks Patrikhanesine akşam ayinine katılmak için gidebilirsin. Müslümanların Sultan Ahmet Camii’ne, zenginlerin Beyoğlu semtinde, Yahudi sinagogu önünden geçip 1920’li 30’lu yıllardan kalma şık alışveriş yeri İstiklal Caddesi’nde yürüyebilirsin. Sirkeci Gar’ından Kopenhag’a bir tren bileti de alabilirsiniz.
Ben gemiyle Anadolu yakasına geçip, otobüsle Kuzguncuk’a gitmeyi tercih ediyorum. Kendimi evimde hissediyorum orada.