Rahmetli dedem ve sevgili babam misafiri çok severlerdi. Her seferinde misafir nasibiyle gelir diyerek misafir gelmesini çok istediklerini belirtirlerdi. Hatta bana da senin adın Feyzullah, Allah’ın bolluğu bereketi, bu adı sana koyarak misafirinin hiç eksik olmamasını temenni ederlerdi. Herhalde ailede yetişmeden ve benim de tabiatım gereği misafirsiz günüm geçmiyor diyecek durumdayım. Bu nedenle de Danimarka’ya gelme şansı olan birçok dostumu ve arkadaşımı davet ettim ancak bir kısmı gelebildi. Gelenler hem bana arkadaş oluyor hem de İskandinav ülkelerini tanıyarak dönüyordu.
Her şey güzeldi ama İskandinavya’nın havası çok da güzel değildi. Özellikle yağmurlu ve karanlık günler asap bozucuydu. Hani “Beni bu havalar mahvetti” sözünü farklı da olsa hep hatırlıyorum. Yazları uzun gündüzler, kışları ise uzun gecelerdi. Misafirlerle sohbet sırasında bir gün dedemin bir hikâyesini anlatmıştım ki, o rkadaşım bu hikâyeyi döndüğünde Türkiye’de anlatmış. Beni arayan arkadaşlarım “Sana gelmeyi düşünüyorduk, ancak şu dedenin ‘atını dilime bağla’ hikâyesi bizi gelmekten alıkoydu.” diyorlardı.
Hikâye aynen şöyleydi: Çok eskilerde bizim ilçe Gürün ve köyümüz Yenibektaşlı ve annemlerin köyü Koyunlu’da çok kış olurdu. Bu nedenle ilçe ile annemlerin köyü arasında gidip gelenler dedemin köy evinde konaklarlardı. Tabii atla gidiş geliş olduğundan hem kendilerini hem de atlarını misafir edip doyurmak gerekiyordu. Bazen kar ve kış çok devam ettiğinden 3-4 gün yatılı kalabiliyorlardı.
Misafirlerin çok olduğu zamanlarda civar köylerden (Şakşakpınar, Kürkçü, Çiçekyurt, Celikhanyurt, Höyüklüyurt) de sohbet için gelenler oluyordu. Yine bir gün kalabalık misafir grubunun olduğu zamanda havanın iyileşmesi sonucu misafirler ayrılmışlardı. Civar köyden gelen birisi en son giderken dedem biraz da misafirperverlikten olsa gerek atına binerken “Hacı Ali Ağa hava daha iyi açmadı kalsaydın.” dediğinde misafir hemen atından inerek “Atımı nereye bağlayayım.’ diye sorduğunda dedem de misafire hitaben “Şu benim lüzumsuz dilime bağla da kopsun da bir daha dakal demesin.” diye cevap vermiş.
Bu hikâye dilden dile kulaktan kulağa dolaşarak Türkiye’deki arkadaşlarıma ulaşmış. Ama şu bir gerçek ki adımın anlamından da olsa gerek misafiri çok seviyor ve her zaman bekliyorum. Dost ve arkadaşlara duyurulur! Bu vesileyle sazcı savcı Erdoğan İnen ve Başkomiser Mehmet Duran’ın dayı evi adındaki fıkrasıyla misafiri camiye gönderdiğini de belirteyim.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.