Gerd Laugesen yazı ile resim sanatını bir arada kullanarak da şiir kitapları yazdı. Bir elbise cebine girecek büyüklükteki ‘Elbisemi Gördün mü’, mendil üzerine yazılanlardan yararlanarak yazdığı ‘Mendil Koleksiyonu ve 444 pembe kağıda eski moda yazı makinasıyla yazılanlardan yararlanarak oluşturduğu ‘Pembe Kağıt adlı şiir kitapları onu Danimarka edebiyat dünyasında kabul ettirdi.
Laugesen’in önümüzdeki ilk baharda, şiirsel bir dille kaleme aldığı düşle gerçeğin iç içe geçmesini konu eden ‘Nokta’ adlı bir öykü kitabı yayımlanacak. Yazar, bugünlerde Danimarka-Türk kökenli bir kadının ilginç ve tutarlı yaşamı hakkında bir kitap üzerinde çalışıyor.
Gerd Laugsen Türkiye’yi ve özellikle İstanbul’u çok iyi bilir. Gezi olayları sırasında da İstanbul’dadır. Bir Danimarkalı gözüyle ‘Gezi Direnişi’ sırasında gördüklerini anlatan şiirini geçen ay Kopenhag’da 20. ci yılını kutlayan Danca.Türkçe şiir akşamlarında okudu.
GERD LAUGESEN NİLİ Bir adam baskülle yolda oturuyor. Adam kör. Adam sağır. Konuşmak istemiyor. Para istemiyor. Dünyayı tartıyor. Mavi şemsiyesi altında bekliyor. Her zaman bir şeyin öbür yanı vardır, hangi yanı olursa olsun. Dünyanın öbür yanı ne kadar ağır? Avrupa’dan geçen yol, Asya’dan geçen yol, Mezarlıktan geçen yol, adamın biri yol kavşağında elinde bir Efes bir başkasının cebinde ince bir dal var, bir arabanın içinde bir tabut, ayakkabının içinde bir taş, taşlar hilal şeklinde arabalar arasında bir simit dağı. Sokaktan sesleniyor, adam Eskiler alıyormuş Bir çift ayakkabı Ve bir ütü buluyor tahta el arabasına koyuyor onları. Geceliğini yellendiriyor komşu kadın. Bu gece kavga etmiş televizyonla. Altı morarmış gözlerinin Eşyaları ise valiz içinde. Kazma makinası yol taşlarını taşıyor şimdi, birazdan yolda sadece toprak kalacak, yol yok olacak, ve o toprağın üstünde küçük bir kız küçük bir çukur kazıcak bir kaşıkla. Yeni taşlar getiriyor. Turuncu yelekli iki adam. Turuncu eldivenleri de var. Çapraz diziyorlar taşları. Beyazı grinin yanına taşıyorlar. Güneşten uçları kararmış taşların. Kilit taşı diyorlar bunlara. Onlarla yeni bir dünya kuruyorlar. Yassı beyaz taşlı bir plaj gibi taban halısı, trenin pencereleri bir film gibi kesiyor dünyayı, manzara çok insancıl, çok yumuşak, dağlar, uyuyan devlere gibi, her şey yok oluyor sonra, ve karanlığa gömülüyor taş evler. Bir tarlada yalnız bir insan Başında bir hasır şapka, toprağı çapalıyor, sadece bir motosiklet var, bunun dışında çıplak, güneşin altında, Memur işi düşlüyor, Bir sandalyede, bir büroda. Kapandı Drama’daki tütün fabrikaları, bir gün Bulgarlar gelip götürdüler Yahudileri, şimdi kimse yok artık sinemalarda, ve akıp gidiyor zaman, rakamları mürekkeple çizilmiş olan saatte. Cami hoparlörlerinden tekrar cızırtılı ezan sesleri. Bir kiraz ağacı, ve uçup giden bir kuş. Sabun köpükleri. Gökyüzüne doğru havalanıyor insanlar, şemsiyeleriyle ellerinde. Sokaklarda yan yana gidiyor hayvanlar, Tükürüyorlar yedikleri çekirdekleri. At, avrat ve pusat, işte bütün istediğimiz, diyor bıçakla dans eden adam, her gittiği yerden taşlar toplamış. Sadece Paskalya Adası ve Grönland’tan taşları eksik, ve kutuplardaki buzlar eridiğinde, tamamlanmış olacak koleksiyonu olacakmış. Ama karısı korkuyor deniz yolculuğundan, psikiyatri bölümünün şefiymiş kadın, vahşi köpek sürülerinin olduğu yerde düşünürün kopyası çevresinde bir Rus hastası tarafından yapılmış olan. Doğaya geri dönmek istiyor bıçak atıcı. Kafkasya’da, bir dağın içinde yaşıyor dünya, kız kardeşi hep trenle seyahat etti, ama denizde öldü, adı granit taşına işlenecek. Hayaletler var yolda, şimdi zamanla yağmur, sakinleşti sözcüklerden su ve sen geliyorsunuz koşarak, saklanmış olarak kum içinden, bir kuş çırpınıyor gibi pencerelerde, ve gözleri kör yaşlı adam, şarkı söylüyordu yeni yapılmış yolda taşlı yol, kilit taşları, ve ben bir anahtar bilinmeyen bir eve götüren yolda. Işık gerçeği gizliyor. Yaşam ağaçlı bir tarla gibi. Gece yarısı aceleyle davranırsak, kimse görmiyecek bizi. Sütbeyaz gökyüzü gibiyiz biz, puslu dağları, saran duman. Havada bir pembe çizgi. Ormanlar sığındığımız yerler. bir manzara uyanıyor, büyük bir beyaz uzay gibi, ve yeni bir kentin başlangıcı. Sararmış otlar, yüksek evler, Bir köprünün altında kara kuşlar. Gerideki ak dağlar Beyaz bir peçe altındaki manzara, açılmamış şemsiyeler gibi, selviler, ancak bu denli etkili olabilir beyaz. Çinlinin adı Bei Young. Birlikte zaman tükettik, diyor Çinli. Aynada kayboluyor yüzü. Gümüş ışıkta. Subay savaş postallarıyla Selanik’te. Yalnız sayı değiliz biz, diyor subay. Unuttuk kim olduğumuzu. Beni ilgilendirmiyor çocuklarımın isimleri, yeter ki düşleri olsun. Ataları Gümüş Dağları’ndan gelmiş. Yitirmişler arkadaşlarını, evlerini yitirmişler. Gümüş Dağları’ndan gelmişler, Ve cesetlerini çıkarmış denizden bir balıkçı teknesinin dibinde ölmüş olanların, bir yol bulmak istemişti çünkü onlar. Gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımlar. Doğa yanıt veriyor gene, Hoşlanmıyor Brezilya çıkışlı göz yaşartan gazdan, polis kedi gibi kurnazca alıyorlar yerini. TOMA’larla tazyikli su sıkıyor, ama çiçek bırakıyor göstericiler, beyaz arabaların üstüne, gelecekle ilgili bir filmden kesit gibi. Televizyonda izliyorum bunu, bu yeni gerçeği, adamın biri havada sallıyor kollarını, toz duman içinde, harabeye dönmüş bu alanda, yapayalnız. Kolları açık, uçan bir kuş gibi. Her zaman bir iç ve bir dış savaş vardır. İşte bir cankurtaran, sarı iş kasnaklarının ve maskelerin üstünden yayılıyor gaz. Silah sesleri duyuluyor. Ailenin öyküsü, kentin öyküsü gibi, beni Eski İngiliz Hapishanesi’nden bırakıyorlar. Taksim’de çelenk örüyorlar, beyaz palyaço maskeleri, boş gözler, sivri siyah sakallar, maske yüzü saklamak için. Ey polis, zafer bizim olacak , diye haykırıyor bir maske. Anarşist, ey anarşist, masken yumruğunu kaldırmış havaya. Pembe bir kazma makinasının üstüne oturuyor. Ağaçlar bez parçalarından elbise giymişler, bir cankurtaran daha, akordeonu ile küçük bir çocuk, arabanın altında bir köpek. Kareli bavulu ile çekip gidiyor yaşlı bir adam. Bavul çok ağır, yere bırakıyor onu. Sonra açıyor. Bavul bomboş. Geri verin bize, bizim olanı, çünkü, zamana ihtiyacımız yok. Geri verin bize, aradığımızı, çünkü, varlığımız yok bizim. Geri verin bize, konutumuzu, çünkü, ülkemiz yok bizim. Geri verin bize, kimliğimizi çünkü, biz hep uzaktayız ondan.