Dokuz saat süren yolculuktan sonra uçak güzel bir yaz havasının keyfini çıkarmak istercesine süzülerek yerel saatle 14.30’da Bangkok Havalimanı’na indi. Uçağın kapısından çıkarken sıcak hava hemen dizlerimi ısıttı. Güler yüzlü Taylandlı kadınlar ve orkide çiçekleri bize hoş geldin dediler.
Bangkok ve çevresini birkaç gün dolaştıktan sonra kardeşim Recep ve bir ortak arkadaşımızla sekiz saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra, Kamboçya’nın ve dünyanın en büyük tapığını Angkor’a geldik. Kamboçya’nın Siem Reap kentinde yer alan, Kral II. Suryavarman adına yapılmış Angkor tapınağı.Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan tapınak 12. yüzyılda inşa edilmiş olmasına karşın günümüze dek oldukça iyi bir korunma altında ulaşabilmiş. Bölgedeki tek dinsel yapı olarak günümüze kalmış olup, önce Vişnu adına bir Hindu tapınağı olarak, daha sonraki dönemlerdeyse bir Budist tapınağı olarak kullanılmış. Khmer mimarisinin en önemli örneği olarak biliniyor. Kamboçya ile özdeşleşen yapı ülkenin ulusal bayrağının üstünde de betimlenmektedir. Ülkeye gelen turistlerin en çok ziyaret ettiği bir yerdir bu tapınak.
Gezimizin ikinci gününde Tonle Sap Gölü’nün bir köşesini tekneyle gezdik. Dünyanın benzersiz ekolojik su rezervlerinden birisi burası. Bu harika su dünyası Kamboçyalılar için bir hayat kaynağı. Güney Doğu Asya’nın en büyük gölü olan Tonle Sap, aynı zamanda dünyanın en büyük taşkın su yatağı.
Burada gölün içindeki yüzen evlerden oluşan köyü gezdik. Suyun akış yönüne göre tekne evleri ile hep birlikte yer değiştiriyor. Büyüklükleri 60-400 metrekare arasında değişen tekne evler içerisinde sakin bir yaşam süren köylüler, evlerin önüne bambudan yapılmış verandalarda tavuk, horoz ve domuzlar besliyor, domates ve biber yetiştiriyorlar. Bu köyde yüzen okul da var!
Yaklaşık 1200 kişinin yaşadığı bu yüzen köyde, elektrik bulunmamasına rağmen, neredeyse her evde uydu ve tv antenleri görülebiliyor. Köyün jeneratör istasyonunda bittikçe şarj edilen aküler güç kaynağı olarak kullanılıyor. Çocuk yaşta yüzmeyi, kürek çekmeyi, tekne kullanmayı iyi derecede öğrenen köy halkı geçimini balıkçılıkla ve onları ziyaret eden turistlerden kazandıklarıyla sağlıyor. Bu sularda ağırlığı 300 kg’ı bulan kedi balıkları yakalanabiliyor.
Güneydoğu Asya’nın en büyük gölünde, bizim hiç de alışkın olmadığımız türde hayatları geride bırakıp Bangkok yakınlarındaki bir kente yorucu bir otobüs yolculuğu sonunda vardık. Kardeşim ve ortak arkadaşımız İlyas birkaç gün sonra Bangkok’tan İstanbul’a uçunca, başka iki arkadaşımla birlikte ben de Bangkok’tan Kamboçya’nın başkenti Phonom Pen’e uçtum.
Phoom Penh havaalanındaki bana kovboyları anımsatan sevimsiz resmi görevliler ve polisleri 30 dolar vize parası verip aşınca, üç tekerlekli ‘tuk tuk’ motorsikleti ile yarım saat süren bir yolculuktan sonra otele vardık.
Kamboçya, resmi adıyla Kamboçya Krallığı ve bir zamanlar Khmer İmparatorluğu olarak da bilinen, Güneydoğu Asya’da yer alan bir ülke. Kuzeybatıda Tayland, kuzeydoğuda Laos, doğuda Vietnam ile komşu. 15 milyonluk nüfusuyla, dünya sıralamasında 70. sırada yer almaktadır. Resmi dini Theravada Budizmi’dir, halkın %95’i Budist’tir. % 3 dolayında müslüman var Kamboçya’da. Başkent Phnom Penh, ülkenin politik, ekonomik ve kültürel merkezi durumunda. Ülke kral tarafından parlamenter monarşi ile yönetiliyor. Ülke oldukça fakir.. Ana geçim kaynağı tekstil ve tarım. Tarım ürünleri içerisinde pirinç önemli yer tutuyor. Turizm son yıllarda gelişme göstermiş.
Başkent Phnom Penh’ i ortasından akan Mekong Nehri kıyısında sabah yürüyüşü yaptıktan sonra, Pol Pot rejiminin başkentin merkezindeki ünlü işkencehanesini gezdik. Asıl adı Saloth Sar olan Pol Pot (19 Mayıs 1925 – 15 Nisan 1998) Kızıl Kmerler adlı gerilla örgütünün kurucusu, 1976 ilâ 1979 yıllarında Kamboçya başbakanı. İktidarı döneminde Kamboçya’da 3 milyon 300 bin üzerinde kişinin ölümüne yol açan bir baskı rejimi kurmuş, bazı tarihçiler bu olayların bir soykırım olduğunu kabul etmektedir.
Başbakan olmasına rağmen bütün idareyi elinde bulunduran Pol Pot, birliklerinin başkent Phnom Penh’ i işgal etmesiyle asıl yüzünü gösterip ve katliamlarını sergilemeye başlamış. Şehirde yaşayan herkesi pirinç tarlalarında çalışmaya zorlayan Pol Pot, bütün okulları kapatmış. Okuma yazma bilenler ve yazar ve sanatçılar öncelikli olmak üzere yaşlı-genç-çocuk-kadın-erkek ayırımı yapmaksızın yüz binlerce kişiyi işkencehanelere dönüştürülen okullarda, idareye karşı olduklarını itiraf ettirdikten sonra ölüm tarlalarına sürmüş. Yurtdışında okuyan gençlere ülkenize geri dönün, size ülkenin kalkınmasında önemli görevler vereceğim diyerek çağrı yapan Pol Pot, dönen gençleri daha havaalanında tutuklayıp, akıl almaz işkencelerden geçirdikten sonra öldürtmüş. Çok sayıda insan palmiye ağaçlarının bir testere kadar keskin olan ve dikenleri bir timsah dişi kadar büyük ve sert olan yaprıklarıyla boğazlarından kestirterek öldürtmüş, çocuklar ayaklarından tutulup, başları ağaç gövdelerine vurularak öldürülmüş.Pol Pot, 1979’da Vietnamlılar tarafından desteklenen Hun Sen önderliğindeki bir hareketle başkentten uzaklaştırılmış. Başkent Phnom Penh’de gezdiğim bu utanç müzesinede öldürelen insanların kafa taslarını, işkence aletlerini ve tutukluların hangi koşullarda işkence geçirilip öldürüldükleri görüp, anlayabiliyorsunuz. Bir ülkenin aydınlarının, düşünen insanlarının nasıl yok edildiğini öğrenmek, beni çok özdü, üstelik bütün bu vahşet sosyalizm adına yapılmış!
Kamboçya’nın güler yüzlü insanlarıyla hemen her yerde karşılaiıyorsunuz.Köylerine de gittik, yoksul ama mutlu insanlarla karşılaştım. Başkent yakınlarında eskiden Pol pot’un ölüm tarlalarından bir yer, şimdi yaşam tarlası olarak işlev görüyor. Çocuklara İngilizce öğreten ve bu yaşam tarlasındaki köydeki yaklaşık 300 kişiye yemek veren bir projeyi gezdim. Bu projeyi tamamen iki Türk yönetiyor ve proje Türkiye’den özel kişilerden gelen yardımlarla finanse ediliyor. Edirne’li 28 yaşındaki Egemen şu aşamada yaklaşık 50 çocuğa dört ayrı sınıfta İngilizce öğretiyor ve çocukların kimi temel gereksinimleri bu proje tarafınan karşılanıyor.
Kamboçya’da yoksulluğu, dilencileri, çöplerin sokakları kirlettiğini, motorsikletli kapkaççıları da gördüm. Hayat bizler için çok ucuz burada ve ülkede nerdeyse sadece Amerikan doları kullanılıyor. Dört günlük başkent Phonom Pen gezim sırasında Kamboçya yazarlar Birliği’ni de ziyaret ettim. Kamboçya yazarlar Birliği belki de dünyada en çok yazarının öldürüldüğü bir örgüt. Bu satırları size gönderdikten sonra, Kamboçya’nın ve dünyanın en güzel bir deniz kıyısına gitmek için beş saatlik bir otobüs yolculuğuna çıkacağım. Kamboçya hüzünlü geçmişine rahmen gülümseyen bir ülke.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.