Okurumuz bu yazıdaki üç örnekle ikili ilişkilerde yaşanan empati yokluğuna dikkat çekiyor ve bazı ilişkilerde kişinin her gün yeniden kendini tekrar tekrar açıklaması gerektiğini belirtiyor. ‘Leb demeden leblebiyi anlayan’ kaç kişi kaldı acaba bu dünyada diye de soruyor.
Kendimizi karşı tarafın yerine koyup, onun bakış açısı ile içinde bulunduğu durumu anlamaya çalışmak giderek bir hayal mi oluyor?
İkili ilişkilerde empati eksikliği
“Kopenhag’a geldiğimin ilk yılları, henüz kalıcı oturum iznim yok. İşinden ayrıldığı için Schengen vizesi almakta zorlanan bir arkadaşıma Danimarkalı eşim davetiye gönderiyor ve Kopenhag’a bizi ziyarete gelen arkadaşımla akşam yemeği yiyoruz. ’Artık aldığın bu vize ile Legoland, Legeland, Sjæland, Jyland’e gidebilirsin’ diyor eşim. Misafir arkadaşımın gülümseyen yüzü yavaş yavaş renk değiştiriyor, dudakları gerilmeye başlıyor, şaka uzadı gibilerinden kaşlarını kaldırarak bana ve eşime bakıyor, ama eşim yaptığı şakaya devam edip onun halinden anlamıyor. Herhalde arkadaşımı ben daha iyi tanıdığım için bana öyle geliyor diye durumu büyütmeden başka konuya geçmeye çalışıyorum.
Halden bilmez o yari ben neyleyim
İki daireyi birleştirerek onarmaya çalıştığımız andelsbolig’de banyo yok, wc de merdiven boşluğunda. Binanın bodrumunda yer alan ortak banyoyu kullanıyoruz bütün komşularla birlikte ve sabahları sıra oluyor. Neyse yakında bir banyomuz olacak diye avutuyorum kendimi, ama 2 aydan fazla sürüyor tamirat. Dairenin bir tarafında elektrik yok (ya da ben öyle sanmışım ilk günlerdeki konuşmalardan), elektrikçi günde bir kaç saat çalışıyor. Ben daha çok bitirme tezimi yazmak, son stajımı yapmak ve yemek-bulaşık-çamaşıra ayırıyorum vaktimi, eşimse evdeki ustalarla birlikte bilfiil çalışıyor.
Ustalarla birbirimizi rahatsız etmeyelim diye banyonun pencere pervazında bilgisayarımla ödevimi yapıyorum ama şiddetli bir bel ağrısına tutulup, evde bir aya yakın iki büklüm dolaşıyorum. Ve tam tezimi teslim edeceğim günlerde evin diğer tarafında 5 haftadır elektrik olduğunu öğreniyorum. Şok! bana bu kadar gerekli olan bir bilgi her nasılsa söylenmiyor. Ben direk sormadığım için söylemeye gerek duymadığını söylüyor eşim…Haftalardır kitapları, giysileri bilgisayarı oradan oraya taşıyorum elektrik yok diye, ve banyo penceresinde ödev yazıyorum, demek hiç dikkat etmemiş, inşaat stresinden tamamen kendi yapacağı işlere yoğunlaşmış diyorum kendi kendime, ama bu kadar uzun süre bunu bana söylemeyi unutmasını da affedemiyorum.
Kanser şüphesi ile biopsi yapıldığı ve henüz sonucunu beklediğim bir dönemde eşimin yakın arkadaşlarımdan biriyle flört ettiğini öğrenip yıkılıyorum. Neden bu kadar kişi varken özellikle benim arkadaşımı tercih ettiğini ve neden bunun tam da kanser şüphesiyle ameliyat olduğum döneme rastladığını bir türlü çözemiyorum. Birbirimizi severek evlendiğimiz ve birlikte güzel yıllar geçirdiğimiz için kötü bir insan olabileceği ihtimalini aklımın ucundan dahi geçirmiyorum. Ve bir tesadüf eseri ’alexithymia’ diye bir hastalığı öğreniyorum. Empati yokluğu da denebilen bu kelimeyi, 1972 yılında Peter Sifneos psikiyatriye kazandırmış. Kısaca karşı tarafın duygularını- halini anlayamamak denebilir.
Genellikle küçük yaşlarda yeterince ilgi ve şefkat görmeyen çocukların beyin gelişimlerinde yapısal anormalik oluştuğu, bunun aleksitimiye yol açtığı görülmüş. Ancak buna bir hastalık değil, kişilik özelliği diyen kaynaklar da var.
*alexithymia: Yunancada, lexi (kelime, söz) ve thymos (duygu, düşünce ve bireyin kendi özü) kelimelerinin birleşmesi ve olumsuzluk öneki a’ yı almaları ile ortaya çıkan duyguları anlama, anlatma/ifade etme eksikliğini belirtmek için kullanılan bir kelime”.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.