Bu ayki konuğumuz Danimarka’da hem yaşamı, hem de lokantalarıyla bir fenomen haline gelen genç ve ünlü aşçı Umut Sakarya.
31 yaşındaki Umut Sakarya ile Danimarka’daki yirmi yıllık hayatı, Ekim ayında çıkan yemek kitabı ve restoranları hakkında konuştuk. 9 bin basılan kitabının yarısı daha piyasaya çıkmadan önce satıldı. Kitap yakında İngilizce ve Çince’ye de çevrilecek.
Danimarka’ya kaç yaşında geldin?
’Eskişehir’den Danimarka’ya geldiğimde 11 yaşındaydım. 2002 yılında kendine yeni bir yol çizmek isteyen annem, abimi ve beni Danimarka’ya getirdi ve Odense’ye yerleştik. Hans Christian Andersen’in Odense’si, sanki şırınga ile yaşam enerjisi alınmış bir şehir gibi gelmişti bana ilk yıllarda.’
Bu ülkeye gelmeden önce ne tür beklentilerin vardı?
’Beklentim sadece annemi görmek, onunla beraber yaşamaktı. Danimarka’da annemle olacaktım, bir çocuk başka ne bekler ki. Ama üç yıl sonra Türkiye’yi özlemeye başladım… Sanki film stüdyosuna gelmiş gibi hissettim burada kendimi, mimarisi ve sokakları Türkiye’den farklıydı. Ama Allah’tan çok iyi komşularımız vardı. Oturduğumuz mahallede ’køkkenhave’ denilen ortak bir bahçemiz vardı, bu sayede bütün komşularla kısa sürede tanıştık ve kaynaştık.’
İlk yıllarda karşılaştığın zorluklar neydi?
’İlk yılların zorluğu daha çok ekonomikti. Annem iki oğlunu alıp, tek başına dil bilmediği bir ülkeye yerleşti ve çocuklarını burada kimseden yardım almadan yetiştirdi. Ne bir çevremiz vardı, ne de dil biliyorduk.
Ben çocuk yaşta geldiğim için hemen öğrendim dili, ama annem için pek kolay olmadı. Bir kültürün dilini ve mizahını anladın mı gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Yanlış anlaşılmalar ortadan kalkıyor, insanları daha iyi değerlendiriyorsun.
Dil kültürün yarısı bence. O yüzden yeni gelenlere ”hata yapsan bile konuş” diyorum. Evet çok zor bir dil, ama Danimarkalılar bizi, bizim kendimizi yargıladığımız kadar yargılamıyor, rahat olmak lazım.’
Buradaki eğitimini sorayım
’6 ay modtagelses klasse denilen dil ağırlıklı özel bir sınıfa gittim abimle, çocuklar hızla kavrıyor dili biliyorsunuz. Altı ay sonunda diğer yaşıtlarımla gittiğim normal sınıfa başladım.
Daha sonra aşçılık okudum. Aşçılık okulunu bitirilen en yüksek notla bitirdim. Danimarka ve Avrupa şampiyonluğum var aşçılık yarışmalarında. Dans da dahil katıldığım bir çok yarışma var. Ayrıca ekonomi eğitimi de aldım burada.’
Restoran işine nasıl başladın?
Odense’deki evimizden ayrılıp Kopenhag’da aşçılık okuluna başlayınca bir çok yerde gönüllü çalıştım ve mesleğin püf noktalarına dair pek çok şey öğrendim. Ben aşçılık okurken, haftada 2 gün 8 saat diğer mutfaklarda çalıştım.
Bedava da çalıştığım için herkes beni seviyordu. Böylece hem farklı ülkelerin yemeklerini öğrendim, hem de yeni insanlar tanıdım. İnsanları tanımak her zaman size kapılar açar. Çalışkan isen ve o çevrenin insanlarını tanırsan, bu insanlar bir şekilde seni bulur ve yukarı çeker.
Türk gençlerine nasihat vermem gerekirse; çalışkanlık ve çevre iş hayatındaki en önemli şeylerdir. Çalışan insanı herkes, her ülkede sever. İşadamları ve aşçılar yavaş yavaş burada bir ağ kurmaya başladı.
Domuz restoranına gelirsek, Danimarka yemek kültürünün nerdeyse yüzde 40’ını domuz oluşturuyor, bu ülkede insan nüfusunun 5 katı domuz üretiliyor. Ama ben helal yemek de, vejeteryan yemek de yapıyorum; iş iştir.’
Danimarka’nın sevdiğin yanları neler?
’Danimarka’nın doğasını, yemeklerini ve hatta o karanlık, puslu havasını çok seviyorum. Ben sıcağı pek sevmem. Sevdiğim ve yaptığım yemekler de tam buranın havasına uygun. Danimarka’nın havasına deli oluyorum, sıcak havalarda kimse ”fleaske”de yemez tabii.
Danimarka’da yaşamak bilgisayar oyununu en kolay modunda oynamak gibi bir şey. Burasının ekonomisi istikrarlı, dalgalanmıyor sürekli. İnsana insan gibi davranıyorlar Danimarka’da. Büyük bir zihniyet farkı var Türkiye ile kıyaslayınca. En güzeli de insanların dürüstlüğü, yalanı dolanı, üç kağıdı yok burada yaşayanların, çoğu ahlaken temiz ve dürüst insanlar.
Ben İstanbul ve Eskişehir’de bir şeyler yapmak istiyorum, ama Türkiye’nin ekonomik istikrarsızlığı ve kısa gün karı için adamı dolandırmaya çalışmaları beni korkutuyor. Türkiye’de insanlar sürekli gelecek kaygısı ile yaşıyor, o yüzden sanırım bu sahtekarlıklar.’
Türkiye’den özlediğin şeyler var mı?
’En başta ailem-Türkiye’de elli kişiye yakın büyük bir ailem var, bayram telaşları, köy hayatının basitliği, annem babamla birlikte küçükken yediğim şeylerin kokusu, teklifsizlik, dedikodu…
İnsanı toprak çeker derler ya onun gibi küçük şeyleri özlüyorum… Türkiye’yi sevmek Danimarka’yı sevmemek veya tersi sözkonusu değil, insan ikisini de aynı anda sevebilir.’
Danimarkalı yakın arkadaşların var mı diye sormak tuhaf olur sanırım, küçük yaştan itibaren epey arkadaşın olmuştur burada, üstelik sevgilin de Danimarkalı.
’Evet. Çok sayıda arkadaşım var, hem Danimarkalı hem de diğer ülkelerden’.
Gelecek için bir hayalin var mı?
’Türkiye’de bir köyde çiftlik veya kooperatif kurmayı hayal ediyorum. Koyun ve arılarla süt, peynir, bal üretmek ve badem ezmesi yapmak istiyorum.
Kendim de yemeği çok sevdiğim için Danimarka mutfağında yeni konseptler geliştirmek diğer bir hayalim. TV2 ile yaptığımız ’3 sultne mand’ (3 aç adam ) adında bir diziye başladık. Türkiye, dünyanın 3. büyük mutfağı, programda bu zenginlikleri anlatacağız. Simon Jul ve Francis Cardenau ile Türkiye’de 10 gün kalıp gurme/Michelin tarzında 10 ayrı yemek yapacağız. Şimdilik Bursa ve Eskişehir’de yapılacak çekimler. Köyleri ve şehri dolaşıp Türk yemeklerini ve Türk şarabını tadacağız.
Türk sakatat kültürü, saray mutfağı, sultan sofrası, Anadolu yemeklerini tanıtacağız. Örneğin ”Ali nazik”in tadına bakıp, bunu Michelin restoranlara nasıl taşırız diye düşüneceğiz. Efeler gelip zeybek dansını gösterecek, Türk şarabı içeceğiz ve ben eğer içine sığarsam geçen yıl aldığım zeybek kostümlerini giyeceğim.’
Hayatının sonuna dek Danimarka’da mı yaşamak istiyorsun?
’Hayır, hem burada hem de Türkiye’de yaşamak istiyorum’.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.