Siz de benim gibi, artık hangi çağda yaşadığınızı bilmediğinizi mi hissediyorsunuz?
İki savaş arası dönemin insanları iki savaş arası bir dönemde yaşadıklarını biliyorlar mıydı, yoksa Hitler Polonya’yı işgal edene kadar savaş sonrası bir dönemde yaşadıklarını mı düşünüyorlardı?
Ve biz bugünlerde neleri yaşıyoruz? Bitmek üzere olan bir savaş öncesi dönem mi? Yoksa sadece bir zaman öncesi, büyük çalkantılardan önceki son günleri mi, yoksa yeni bir çağın başlangıcını mı?
Orkestra çukurunda müzisyenlerin enstrümanlarını seslendirdiğini duyuyorsunuz ve kendinize tarihin büyük sahnesinde ne çalınacağını soruyorsunuz ve orkestra çukuru kelimesini özellikle de kelimenin son kısmını düşünüyorsunuz çünkü savaş alarmı çalıyor. Gene Avrupa üzerinden.
Bu günlerde Bertolt Brecht’in 1930’larda Alman Nazilerinden kaçarken Danimarka’da sürgünde yazdığı Svendborg şiirlerini okuyorum. O da, yalnızca gelecek kuşakların adlandırması gereken büyük bir belirsizlik döneminde yaşadı. “Ağaçlarla ilgili bir konuşmanın neredeyse suç olduğu / çünkü bu kadar çok kötülüğün gizlenmesini içerdiği zamanlarda ne oluyor!” “Torunlara” şiirinde soruyor Bugün ağaçlar hakkında sessiz kalırsak suç gibi görünüyor, çünkü o zaman ağaçların artan bir hızla kesildiği ve gezegenin yükselen sıcaklıklarının bizi boğduğu doğadaki kötülüklere sessiz kalıyoruz. Yarattığımız her şeye.
Brecht, doğada herhangi bir rahatlık bulmayı reddediyor. O dönem Danimarka’nın üzerine çöken sessizliğe dalmak istediğinde bile, toplama kamplarından gelen çığlıkları duyabiliyor. Sürgününün süresi hakkında hiçbir fikri yoktur. Onun için her şey ön hazırlıktır. Eve dönme umudu, onun yeni bir hayata kök salmasını yasaklar. Montunu asmak için bir kancaya ihtiyacı olmasına rağmen duvara çivi çakmıyor. Geriye sadece kendi cesur yazıları kaldı.
Sürgün Süresi Üzerine Düşünceler’de şiirin son mısrasında avlunun bir köşesinde küçük bir kestane ağacı, belirsiz bir sembol izler. Kendi protestosunun gücüne ve hayalini kurduğu eve dönüşe olan inancını mı yitirdi? Ya da belki de geleceğe dair bir meselede gölgesinde asla oturamayacağını bildiği bir ağaç diken büyükbaba gibi kendisininkinden daha büyük, daha uzun bir zaman perspektifi keşfetti?
Torunlarına yazdığı şiirinde Brecht hoşgörü istiyor çünkü acımasız çatışmalar zamanında nezaket için verimli bir zemin yaratacak olan kendisi kibar olamazdı. Savaş sonrası dönemde, insanların birbirlerinin yardımcısı olmalarını sağlayan ve Brecht’in özlediği ama asla deneyimleyemediği nezaketin, refah devletinde nihayet zafer kazandığına uzun zamandır inandık. Şimdi o zaman bittiğini hissediyoruz. Şimdi yine düşmanlığa mı zorlanıyoruz: Avrupa’da savaş mı?
Kısa bir süre içinde, son yıllarda hayatımızda iki büyük değişim yaşadık. Önce bizi günlük hayatımızı dramatik bir şekilde değiştirmeye zorlayan bir pandemiydi ve hayatta kalabileceğimizi gösterdik. Avrupa’nın yakın zamana kadar istemediğimize yemin ettiğimiz mültecilere şimdi kapılarımızı açıyoruz. Evet, onlar da bizim gibi açık tenli Ukraynalılar. Ancak, onlar yabancıdır. Bunu da kabul edebiliriz ve belki de onlar daha fazla açıklığın öncüsüdür. Petrol ve gazımız azaldı galiba? Oturma odalarımızda daha düşük sıcaklıkla ısınıyoruz, süpermarketlerimizde daha az yiyecek alıyoruz. Ve savaşa hazır mıyız? Ama kimin için savaş? Bu günlerde ve yıllarda büyük sorularla bize mesaj veriliyor.
Bertolt Brecht torunlarına yazdı ve belki de avludaki küçük kestane ağacını sularken düşünceleri onlara da uygulandı. Kendimizi gelecek nesiller için iyi büyükanne ve büyükbabalar ve atalar olarak düşünmeli ve savaş çıkaranları çöpe atmalıyız. Bizler, aşırı ısınmış bir dünyanın ortasında, geleceğin serinletici gölgesini yaratmak için meşe ağaçları diken dedeleriz biz.
Apaçilerin bir sözü vardır: “Toprağı atalarımızdan miras almıyoruz. Çocuklarımızdan ödünç alıyoruz”. Birbirimize ve hayalini kurduğumuz doğaya karşı nezaket ve özeni şimdiden göstermeliyiz.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.