Sabahattin Ali 25 Şubat 1907 tarihinde Edirne Vilayeti’nin Gümülcine Sancağı’na bağlı Eğridere’de doğdu, 2 Nisan 1948, Kırklareli)’de öldürüldü.
Öncelikle söyleyeyim bana göre Sabahattin Ali çok bilge bir yazardı. Yaşadığı günlerde dünyada ortaya çıkan bir dolu bilimsel, tarihi ve sosyal bilgiye sahip. Bu bilgileri yapıtları aracılığıyla da insanlarla paylaşıyor. O dönem kaynak eksikliğinden bir dolu yazar ve sanat insanı başta Evrim Teorisi olmak üzere ilk çağlara ve Yunan mitolojisine dair bilgileri ondan öğreniyorlar. Hem roman ve öykülerini yazıyor hem de “Marko Paşa” adlı politik bir mizah gazetesi çıkarıyor. O dönem iktidarın yaptığı tüm alçaklıkları Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile kaleme alıyor. Marko Paşa dergisi halk arasında çok ilgi görerek binlerle satılan ve paylaşılan bir yayın oluyor. İktidardakiler ondan kurtulmak için bilindiği gibi önce işkencede öldürüyor sonra da Istıranca dağlarına atıyorlar.
Sanatın, gerçeği yansıtması gerektiğini savunan bir yazardır Sebahattin Ali.
1928-1930 yılları arasında eğitim almak için Almanya’ya gitmişti Sabahattin Ali. Orada çok iyi Almanca öğrendi. Alman ve Rus yazarlarını Almanca dilinde okudu. Özellikle Thomas Mann ve Maksim Gorki’den etkilendi.
Sabahattin Ali, Aydın Ortaokulunda Almanca öğretmeni olarak çalışırken, burada komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla hakkında soruşturma açıldı. 1931yılının Mayıs ayında mahkeme için İstanbul’a sevk edildi. 9 Eylül 1931 tarihine kadar Aydın Hapishanesi’nde tutuklu kaldı.
Bir toplantıda okuduğu Memleketten Haber şiiri ile Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü gibi Türk devlet yöneticilerini yerdiği iddiasıyla 22 Aralık 1932 tarihinde tekrar tutuklandı.
MEMLEKETTEN HABER
Hey anavatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur?
Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hala Hakka tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir?
Cümlesi beli der enelhak dese
Hala taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hala kodese?
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?
Bu şiiriyle Atatürk’ü tahkir ettiği iddiasıyla Konya Asliye Ceza Mahkemesi tarafından on dört ay cezaya çarptırıldı-
29 Nisan 1933 tarihinde memurluktan kaydı silindi. Daha sonra Konya’dan Sinop Cezaevine gönderildi. Koğuştan bazı arkadaşları yazarın cezaevinde geceleri sürekli okuduğunu, gündüzleri ise bir sandık üzerinde yazı yazdığını söyledi. Yaşamındaki değişimleri eserlerine yansıtan yazar, bu cezaevinde edindiği tecrübe ve gözlemlerini de “Bir Şaka”, “Kanal”, “Kazlar”, “Bir Firar”, “Katil Osman” ve “Çaydanlık” adlı hikâyelerinde kullandı. On ay, yedi gün süren tutukluluğunun ardından Cumhuriyet’in 10. kuruluş yıl dönümü sebebiyle çıkan genel aftan yararlanarak serbest kaldı.
“Atatürk’e hakaret ettiği için hapiste tutulan biri şimdi okuyacağım bu şiiri yazar mıydı?
“Benim Aşkım”
Bir kalemin ucundan hislerimiz akınca
Bir ince yol onları sıkıyor, daraltıyor;
Beni anlayamazsan gözlerime bakınca
Göğsümü parçala bak kalbim nasıl atıyor.
Daha pek doymamışken yaşamın tadına
Gönül bağlanmaz oldu ne kıza, ne kadına
Gönlüm yüz sürmek ister yalnız senin katına
Senden başka her şeyi bir mangıra satıyor.
Sensin, kalbim değildir, böyle göğsüme vuran,
Sensin Ülkü adıyla beynimde dimdik duran
Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran;
Seni çıkarsam, ömrüm başlamadan bitiyor.
Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye?
Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya
Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye
Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor
Nazım Hikmet, Sabahattin Ali’yi daha çok erken bir tarihte, yazarın ilk romanı olan “İçimizdeki Şeytan” ile birlikte toplumcu gerçekçiliğin roman alanındaki en yetkin temsilcisi ilan etmiştir. Nazım onu şöyle değerlendirmiştir: “Sabahattin, Türk dünyasında bir okulun başıdır, başlangıcıdır. En usta Türk yazarlarından biridir. Sabahattin’in Türk düzyazısı üstündeki etkisi büyüktür, olumludur. Türk edebiyatının halkçı, demokrat, antiemperyalist, sosyalist kolu, tek sözcükle, Türk edebiyatının ilerici yazarları kendi aralarında Sabahattin Ali gibi bir yazarın bulunmasıyla onun sağlığında da övündüler, sonra da övünüyorlar ve övünecekler.”
Sabiha Sertel’e göre “Sabahattin Ali Almanya’da ilerici edebiyatla temas etmiş, sosyalist eğilimleri olan bir gençti. Fakat kafasında sosyalizm henüz belirli bir şekil almamıştı. Nazım onu yalnız realist sanata değil sosyalizme de çekmeye çalışıyordu. Sabahattin’i roman yazmaya teşvik eden Nâzım oldu”. Bu bilgiler bence önemli gerçekleri de aydınlatmaktadır. Sabahattin Ali, Nâzım’ın etkisiyle çalışmalarını öykü ve romanda yoğunlaştırmıştır.
Nazım Hikmet, Sabahattin Ali ile tanışmasını şöyle anlatıyor: “ Bir gün dergi idarehanesine kısa boylu, gözlüklü bir genç geldi. Almanca bildiğini, hikâyeler yazdığını ve isminin Sabahattin Ali olduğunu söyledi. Hikâyelerinden birini bıraktı, çıktı. Bu hikâye orman sanayisinde çalışan işçilerin hayatına aitti. Alman romantizminin tesiri altında yazılmış olmasına rağmen konu ve muhteva bakımından Türk edebiyatında bir yenilik teşkil ediyordu. Genç adamın istidatlı bir yazar olduğu daha ilk satırlardan hissediliyordu.
Markopaşa dergisinde yazdığı ‘Biz istiyoruz ki’ makalesi sorguya uğrayan yazılarından biriydi…“Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun.“Bu sözlerin karşılığı ‘vatana ihanet’ olarak tanımlanmıştı.
Sabahattin Ali sanat anlayışını şu sözlerle ifade etmiştir: “Bence sanat insanı ve yaşamı ve bunların anlamını öğretmekle yükümlüdür. Ancak bu takdirde geniş bir kitlede daha çok insani olmak, daha iyi bir hayata varmak arzuları belirir. Sanat bütün teferruatıyla yaşamı anlatmalı, insanca yaşamak, insan gibi yaşamak, daha iyiye, daha yükseğe, daha temize doğru koşarak yaşamak arzusunu, hatta ihtiyacını uyandırmalıdır.”
Ankara’da bir gün, ünlü Karpiç lokantasında dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu ile karşılaşır. Sırtında İngiliz kumaşından yeni bir elbise ile görünce başbakan takılır:
Bu ne şıklık Sabahattin, proleter böyle giyinir mi, diye. Her zamanki nüktedanlığı ve hazırcevaplığıyla yanıtlar Sebahattin Ali: Efendim devrim olunca proleterlerin nasıl giyineceklerini göstermek istiyorum da.
Sebahattin Ali’yi emekçiden yana yazdığı için, sosyalist olduğu için katlettiler. Ülkelerin resmi tarihini iktidarlar yazar, gerçek tarihini ise yazarlar yazar. Gerçeği yazan yazarlar ülkemizde çok ağır bedel ödediler, Sebahattin Ali bu bedeli hapisle, işkenceyle ve canıyla ödedi. Ne yazık ki ülkemizde gerçek sanatçı ve yazarlar halen ağır bedel ödemeye bugün de devam ediyorlar.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.