Karar vermesini öğrenmiştir.
Kendisini tanımayı ve öğrenmeyi öğrenmiştir.
Olanakların farkına varmayı öğrenmiştir.
Değişimlere karşı koymayı (uyum sağlamayı) öğrenmiştir.
Sorunlarının bilincine varmayı öğrenmiştir.
Evet ya da hayır demeyi öğrenmiştir.
Uyanmasını öğrenmiştir.
Bilinçli birey olmak toplumsal hayatın ve bilincin her alanını kaplıyor, “ben” olma ”ben de varım” demek anlamına geliyor. İnsan bir tarih-kültür çevresinde doğar ve kişiliği de bilinci de bu tarih-kültür çevresinde şekillenir. Her kuşak, toplumsal-kültürel kurgunun değişmesine neden olacak bir gelişme olmadıkça, koşulların yoğun baskısı altında, “birey” olma bilincine ulaşamaz. Toplumsal-kültürel yapı, insanın kendi özbilincine varma koşullarını sağlıyor ya da sağlamıyor..
İnsan toplumsal, tarihsel olduğu kadar duygusal bir varlıktır. Duygusallığı, eylemlerini ve istencini etkiler. Uşak/efendi kapsamında, insanın özbilinç sahibi olmak için, hayatını ortaya koyarak saygınlık için mücadele vermesi gerekiyor. Özbilinçli insanlar ödevlerinin ve sorumluluğunun bilincindeki yurttaşlardır.
’Birey olmamaya uyarlı’ gelişmemiş insanlar bir toplumun ya da ülkenin kaderini bilinçsizce belirliyorlar. Oysa bizim “birey”den beklediğimiz kendinin, kendi ile ilişkin olarak eylemlerinin ayrımında olmalı, onları denetleyen ve yönlendiren bir iradeye sahip olmalıdır. Daha önemlisi özgür olmalıdır. Birey olmanın ön koşulu onun özgürlüğüdür.
Bireyselleşmiş insan, kendisiyle barışık, kendine ait değerleri ve yaşam biçimi olmakla belirgindir. Kendisiyle barışık olması, kendine ait bir iç dünya kurmasını kolaylaştırır. Toplumla çatışma yerine, toplumdan farklılıklarını yaşarken bile topluma uyarlı olmasını olanaklı kılar. Bir özne olarak sıfatlarıyla değil, varlığıyla saygındır. Toplumsal statüleri abartmaz ve bu statülerle var olmaz. Esen rüzgara göre değişken değildir, dolayısıyla kitle psikolojisinin bağlılığından uzaktır. Kendi içinde yaşadığı özgürlüğü ve eşitlik duygusunu çevresine de yansıtır. Kimseden kölelik beklemez, kimseye efendilik etmez. Üretkendir. Yargılayıcı değil, anlayışlıdır. Başkalarının farklılıklarını kabullenir, destekler.
“Birey olmak sadece reddetmek değil, reddettiğimiz şeylerin yerine neyi, nasıl ve neden koyacağımızı kavramakla mümkündür.” Biz bilinci için önce sağlam bir ben bilincinin yerleşmesi gerektiğini bilip varlığını yitirmeden bütün içinde eriyip, yok olup gitmeden öz ile bir olarak aynı zamanda kendi farklılığının ve kıymetinin de bilincinde olmaktır. Birey olmak “gerçek insan” olmak demektir.
“Kendi olmanın ayırtına varamayanların, kendince farklı bir bakış açısına, eleştirel, sorgusal değerlendirmeye ulaşamayanların, birey olması zor”
Birey olamamış, kendini oluşturamamış, var olmaktan varoluşa dönüşememiş, varlık nedenini yanıtlayamamış, her gerçek insanın ayrı bir dünya olduğunun bilincine ulaşmamış insanların sayısı günümüzde hiç de az değildir. Birey, kişiselliğin ve kişilikliliğin değerini vurgulamış, seçmenin ve karar vermenin değerini önemsemiştir.
Nazım Hikmet 1947 yılında kaleme aldığı \”Dünyanın en tuhaf mahluku\” şiirinde,
”Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içinde olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
– demeğe de dilim varmıyor ama –
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!” diyor.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.