Danimarkalı şair ve yazar Gerd Laugesen, yeni kitabında düşle gerçeği harmanlayarak, bir dublörün izinde hayatın sahnelenmiş ve gerçek anlarını sorguluyor.

Foto: Hüseyin Duygu, özel
Hüseyin DUYGU
huseyin.duygu@haber.dk
Çağdaş Danimarka şiirinin genç şairlerinden Gerd Laugesen, 1979 doğumlu. Tiderne Skifter yayın evinde çıkan ‘Buluşmalar’ adlı kitabıyla edebiyat dünyasına merhaba demişti. ‘Buluşmalar’ kitabı rastlantı sonucu buluşan insanları konu ediyor. ‘Kendi Yeri’ adlı ikinci kitabı da Danimarka ile Almanya’yı denizden komşu eden Vadehavet kıyısı boyunca rastgele karşılaşanlarla ilgili.
Gerd Laugesen’in kimi şiirleri Türkçeye çevrildi ve yayınlandı. Laugesen; Tekirdağ, İstanbul, Eskişehir ve İzmir gibi şehirlerde şiirlerini seslendirdi.
Gerd Laugesen yazı ile resim sanatını bir arada kullanarak da şiir kitapları yazdı. Bir elbise cebine girecek büyüklükteki ‘Elbisemi Gördün mü’, mendil üzerine yazılanlardan yararlanarak yazdığı ‘Mendil Koleksiyonu ve 444 pembe kağıda eski moda yazı makinasıyla yazılanlardan yararlanarak oluşturduğu ‘Pembe Kağıt adlı şiir kitapları onu Danimarka edebiyat dünyasında kabul ettirdi.
Laugesen’in, şiirsel bir dille kaleme aldığı düşle gerçeğin iç içe geçmesini konu eden ‘Nokta’ adlı bir öykü kitabının yanı sıra Danimarka-Türk kökenli bir kadının ilginç ve tutarlı yaşamı hakkında yeni bir kitap daha yazdı.
Bu yeni kitabının adı ‘Hayat Bir Film Olsaydı’. Gerd Laugesen’in dünyayı bir film gibi parçalara ayırdığı bir seyahatname kitabı 28 Şubat Cuma günü yayımlanıyor.
Büyük mutlu sonu aramaktır. Yolculuk sizi, artık hayatta olmayan arkadaşı Nili’nin, gişe rekorları kıran Kleopatra filminde Elizabeth Taylor’ın dublörü olduğu Roma’nın Hollywood’u Cinecittà’nın unutulmuş fonlarına götürüyor.
Mavi elbiseli bir kadın, bir ağacın altında, dere kenarında oturuyor.
Gerd Laugesen farklı sanat dallarında eserler üretiyor ve “Hayat Bir Film Olsaydı adlı eserinde belgesel ve şiiri harmanlıyor; böylece ortaya film olabilecek bir kitap çıkıyor. Yıllarca gizemli arkadaşının izini sürmüştür. Biyografi yazmak değil, film kliplerinin, manzaraların, kişilerin iç içe geçtiği bir hikaye anlatmak. Hangisi taşınması daha ağırdır – içinde bir anlık mutluluk olan bir bavul mu, yoksa eski el yazmalarıyla dolu bir bavul mu? Gerçek olan ne, sahnelenen ne? Hayat nedir? Biz kimiz? Nili, Kleopatra rolünde Elizabeth Taylor’ın dublörü olduğunda, o anlarda gerçekte kimdi – Nili? Elizabeth mi? Kleopatra mı? Ya hayat gerçekten bir filmse? Her şey mutlu sonla mı bitiyor?
“Döne döne gidiyor. // Eğer bu bir Hollywood draması olsaydı, belki kesilirdi? // 8 numaralı odada oturuyorum, hava sıcak ve güzel, kahve ve muz da var. Bu sadece eski bir dostun izinde yapılan bir yolculuktu. // Anlam için her şeyin birbirine bağlı olması mı gerekir? // Bir daire şeklinde gidiyor. // Nehirler gibi akan hayat hakkında gazetecilik yapmaya ve kaynak eleştirisi yapmaya çalışıyorum. // Bir zamanlar insanlar görme yeteneklerini yeniden kazanmak için kutsal su kaynaklarından su içerlerdi. // Kendimi kör hissediyorum. // Bir daire şeklinde gidiyor. // Nili mavi rengi sever. Kökleri çok derinlere uzanan nilüferlerin gövdelerinin içinde hışırdıyor. Savaşlar tarihi karartır, film böyle olmamalı.” (Hayat Bir Film Olsaydı’dan alıntı)
Hayat Bir Film Olsaydı, İstanbul, Kopenhag, Roma, Paris ve Kahire’de çekilen, aşkın, merakın ve yaşanan hayatların bir araya getirilerek hepimizin rollerini oynadığı bir film gibi hepimizin hikayesinin anlatıldığı bir dublör filmi. Bu kitap, birbirinin içine girip çıkan insanlar, roller ve ilişkiler hakkında bir film. Dünyaya yeni bir gözle bakmakla ilgili.
Ya da Gerd Laugesen’in ifadesiyle: “Bu, hikayelerin kökenlerinin araştırılması, bir filigrandır. Rüyalar çizgilerdir. Filmler çizgilerden oluşur. Hayat çizgilerden oluşur. “Birbirlerine doğru kayıyorlar.”
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.