Haber.dk’da uzun bir süre önce okuduğum Cengiz Kahraman’ın kaleme aldığı “Avrupalı Türk mü? Hadi ordan” yazısı aslında benim bu söyleşiyi yapmam için bir çıkış noktası oldu. Danimarka’da tanıdığım bir çok eğitimli Türkiyeli göçmenle yaptığım uzun sohbetler sonrası Avrupa’da yaşayan yurttaşlarımızın birbirinden oldukça farklı olduklarını gözlemledim. Hepsinin ayrı bir hikayesi var ve yurttaşlarımızın bir kısmı uyum sağlamakta pek de zorlanmıyorlar. Haber.dk’daki başlayan bu yazı dizisine Kopenhag’da yaşayan Ülker Çağatay’ı konuk ettim. Gelecek yazılarımda da bu ülkede yaşayan farklı insanlarımızın hikayelerini okuyacaksınız.
1967 doğumlu Ülker Çağatay’ın yolu Danimarka’ya evlilik sonucu düşenlerden. Onu İstanbul’dan Kopenhag’a taşıyan bu hikaye – en az eşiyle tanışmasına sebep olan film kadar ilginç.
Ülker, Türkiye’de Ortadoğu Teknik Üniversitesi işletme bölümünü bitirdi. Danimarka’daki master eğitimini (RUC) Roskilde Üniversitesi’nde, ”Communication Studies + Cultural Encounters”(iletişim ve kültürel karşılaşmalar) konusunda yaptı.
”Kiss” adlı sadece yüksek eğitimli yabancıların devam edebildiği yoğunlaştırılmış Danca kurslarındaki en üst modül olan PD3’ü sekiz ay gibi kısa bir zamanda tamamlayan Ülker, önceden yabancı dil bilmenin yeni bir dil öğrenmekte avantaj sağladığını belirtiyor.
Ülker; İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve Danca 4 yabancı dil biliyor, üstelik bu dillerde özel ders verecek kadar da yetkin. Babası Neşet Cağatay’ın, Türk-İslam Tarihi ve Edebiyatı, İslam Sanatları Tarihi ve İslam Hukuku profesörü olup dört lisan -İngilizce, Fransızca, Farsça ve Arapça bildiğini de ekleyelim.
Yeni bir ülkede yeniden hayata başlamanın zorluklarını anlatır mısın?
Ü.Ç: “Birinci bariyer tabii ki lisan… Dil insanın hayatında çok önemli bir unsur, iş ve arkadaş edinebilmesi, sohbete katılıp küçük şakalar yapabilmesi için elzem. Ve ardından tabii çevre geliyor… Yeniden bir çevre kurmak. Karanlık, kışların uzun oluşu, doğru dürüst yaz mevsimini yaşayamamak, insanların da bundan etkilenip hep evlerinde, iç mekanda olmak isteyişi çevre kurmayı etkileyen unsurlar arasında sanırım.”
Eşinin dışında Danimarkalı arkadaşın var mıydı?
Ü.Ç: “Danimarka’ya taşındıktan sonra iki üç tane yakın Danimarkalı arkadaşım oldu, ama arkadaşlarımın çoğu benim gibi başka ülkelerden gelip Danimarka’ya yerleşen kişiler… Bu bir tür dünya vatandaşlığı, kültürlerarası buluşma gibi. RUC’da aldığım master eğitimi, metod ve yeni bakış açılarıyla hayatıma yeni bir bakış açısı getirdi. RUC, KISS ve özel ders verirken tanıştığım insanlardan oluşan yeni çevrem bana Danimarka ve Danimarka toplumu hakkında temel bilgileri verdi”.
Eşin Kasper ile İngilizce konuşmanız dikkatimi çekti…
Ü.Ç: “Evet. Eşimle halen İngilizce konuşuyoruz, çünkü Kopenhag’a geldikten kısa bir süre sonra bir gün eşim Danca konuşmaya çalıştığımız bir sırada bana, ‘ben bir çocukla değil, seninle konuşmak istiyorum’ dedi”.
İstanbul’dan ayrılmak zor değil miydi?
Ü.Ç: “Ben İstanbul’da yaşamaktan mutluydum, ülkemi ve dilimi de seviyordum. Danimarka’ya ilk geldiğimde eşimden başka tanıdığım yoktu. Ama Danimarka’ya gelirken herhangi bir özel beklentim de yoktu, yolum aşk yüzünden buraya düştü… Bu başka bir ülke veya kıta da olabilirdi. Eğer eşim kutuplarda, Afrika’da veya Avusturalya’da yaşasaydı herhalde ben de oralara giderdim. Eşimle tanışmadan önce Amerika Birleşik Devletleri’nde, İsveç’te ve İspanya’da yaşadım . Farklı bir ülkede yaşamak hep ilginç ve çekici geldi bana”.
İlk görüşte aşk…
Kasper ile nasıl tanıştın?
Ü.Ç: ”Danimarkalı yönetmen Elisabeth Rygård’ın ”Gönlümdeki Köşk Olmasa” adlı filminin yapımı srasında ikinci yönetmen yardımcılığı yapmak için Afyon’a gittim. Birinci yönetmen yardımcısı en yakın arkadaşlarımdan Pelin’di (Pelin Esmer). Film Danimarka-Türk ortak yapımı… Danimarkalı ekip geldiğinde, ben görür görmez Kasper’i çok beğendim (Kasper Munck-Hansen). Allah’tan hisler karşılıklı oldu ve iki buçuk yıl İstanbul-Kopenhag arası mekik dokuduk. Bu iki buçuk yılın yarısından çoğunu ise evli olarak geçirdik. 2000 yılında tanıştım eşimle, 2002 başında da evlendik, 2003’te Kopenhag’a taşındım. Bugün eşim ve oğlum ile birlikte bahçeli müstakil bir evde yaşıyoruz, tercümanlık ve öğretmenlik yapıyorum”.
İlk işine ne zaman girdin ve istediğin gibi bir iş bulabildin mi?
Ü.Ç: “Danimarka’ya geldikten bir kaç ay sonra Fransızca ve İspanyolca ders vermeye başladım- özel bir dil okulunda (Ex Libris)… Tam istediğim gibi bir işti bu. Hem Danca öğrenmeye devam edip, hem de para kazanarak sevdiğim bir işi yapıyordum. Şimdi de sevdiğim işi yapıyorum. Bir yandan Danimarka Sığınmacılar Konseyi’nde tercümanlık yapıyorum, bir yandan da Københavns Professionshøjskole’da (Kopenhag Yüksek Eğitim Okulu) İngilizce ve Fransızca öğretmenliği okuyorum”.
Ne zaman bariyerleri aştığını düşünüyorsun?
Ü.Ç: “Bariyerleri tam olarak geride birakabiliyor muyuz acaba? En zorlayıcı, en temel olanlarını aşalı çok oldu, ama her an yeni bariyerler çıkabiliyor insanın karşısına. Düşünüş tarzı, yaklaşım farklılıkları… hiç bitmiyor bunlar bence.
Evlatlık, neden özellikle bu ülkeden?
Ü.Ç: “Burkina Faso, Fransız özel lisesindeyken (Tevfik Fikret Lisesi – Ankara) hep ilgimi çeken bir Fransız kolonisiydi. Bir çok farklı kavmin barış içinde, bir arada yaşadığı bir ülke. Ülkenin adı, ’Dürüst İnsanlar ülkesi’ anlamına geliyor, iki ayrı kavmin dilinden birleştirilerek oluşturdukları bir isim. Ülke seçmemiz gerektiğinde hiç tereddüt etmedik..iyi ki de etmemişiz”.
Yaşlılığını Danimarka’da mı geçirmek istersin?
Ü.Ç: “Hayır. Oğlumuzun temel eğitimi bittikten sonra ben de eşim de Türkiye’de yaşamayı çok istiyoruz”.
Sence, Danimarka’da yaşamanın güzel yanları neler?
Ü.Ç: ”Adalet mekanizmasının işleyişi, medeniyet, insanların birbirine saygısı, özel yaşama saygı, eşitlik ve refah devletinin sağladığı kolaylıklar (okulların, kütüphanelerin ücretsiz oluşu, vb.) Bence, Danimarka’da olmanın güzel yanları. Danimarka tasarımları en çok hoşuma giden şeylerden biri bu arada… Abartısız, sakin, fonksiyonel. Danimarkalıların çok zevkli olduklarını düşünüyorum”.
Hiç olumsuz bir yanı yok mu sence?
Ü.Ç: “Burada yaşamaya dair söyleyebileceğim tek olumsuzluk şu olabilir, herkesin aynı kefeye konması beni rahatsız ediyor”. Danimarka ve Türk kültürlerinin sentezi benim için zor değil…Her iki kültürün iyi yanlarını seçerek buraya uyum sağlıyorum, ama bunu kendimi helak etmeden yapıyorum”.
Türkiye’den en çok neyi özlüyorsun?
Ü.Ç: “Türkiye’den özlediğim şeyler ise yemekleri, insan ilişkilerindeki sıcaklık, iklimi, çevrem ve ailem ve de en önemlisi güzel Türkçemizle yaptığımız güzel sohbetler, şakalar ve dil oyunları…”
Gelecek için projelerin neler?
Ü.Ç: “Bundan sonra yapmak istediğim şeyler: Ögretmenlik, dil ve eğitimle ilgili çalışmalar olacak. Tercümanlığa kesinlikle devam edeceğim, hem yazılı hem de sözlü”.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.