Ölüm, susmak zorunda bırakır insanı. Ne zaman gelirse gelsin. Hangi yaşta gelirse gelsin. İster tek tek, ister topluca. Kastetmiş olmasıdır korkunç olan. İnsanın taşıdığı bütün o güzelliklere ve birikime kastetmesidir. Varolmak bir olanaksa, o olanağa kastetmektir asıl kahredici olan.
Ölüm. Bir yandan da konuşmaya, yazmaya zorlar insanı. Susturulan karşısında susmamaya. Susan adına konuşmaya zorlar. Acının ele avuca gelmez, yere göğe sığmaz çılığı adına. Öfkenin kabında durmayan çırpınışı adına.
Ya susmak zorunda bırakılan sadece bir insan değil de, bir evrensel düşünceyse, dünyagörüşüyse, sanat anlayışıysa ? Sadece bugün yaşamımızı güzelliştiren, anlamlı kılan bir olanak değil de, geleceğin aydınlığını da içinde taşıyansa ?
Hep düşünmüşümdür insan ölümün eşiğindeyken neler düşünür. Bir daha dönemeyecek olmak, yaşam denilen harika şeyin içinde olamamak çok mu zor gelir insana? Sevdiklerini bir daha göremeyecek olmak, onlardan ebediyen ayrılmak insanın yüreğini burkar mı? Çaresizce yok olmayı kabullenmek, adını koyamayacağım bir sızı gibi kuytuluklarında sessizce yol mu alır?
Ölümden konuşmak, bütün bunlardan konuşmak, bu soruları sormak oluyor kaç gündür beni oyalayan. Ölümden konuşmak, arkadaşım Per Warming’den konuşmak oluyor benim için. Anısı uğruna tabutunu çiçeklerle süslemek, son yolculuğunda ardından yürümek. Eksileni yerine koymamanın bilincinde olmak, ‘var olmanın dayanılmaz acısı’ gibi. Per Warming iyi bir dünya yaratma eşiğinde bir olanaktı.
Bütün ölümler erkendir demişti ozan. Bütün ölümler aynı zamanda bir arkadan vurmadır. Yüze gülen bir pusu, gözlerinin içine baka baka hazırlanan bir tuzak. ‘Ölüm adın kalleş olsun’ demişti Enver Gökçe. Bütün ölümler yaşam için bir kalleşliktir. Yaşam için, yaşanmış olanlar ve yaşanacak olanlar için. Goethe, yaşadığımız her an kendi hakkını ister demişti.
Herhangi bir insan öldüğinde üzülür insan. Ölen kişi eğer ailenizden biriyse çok daha derin ve tarifsiz olur bu üzüntü. Bir de arkadaşın ölümü koyar adama. Arkadaşınız ailenizden biri değildir. Yani canınız kanınız değildir, ama belki de en yakınınızdır! Sizi her gördüğünde kollarıyla sarar, gözleriyle sever. Sesi yaşam sevinci ve güven verir. Sevindiğinizde yanınızdadır, içinden çıkmadığınız sorunlarla boğuşup çırpınıp dururken sıcacık elini uzatır ve sizi aydınlığa taşır. Böyle bir dostu yitirmek koyar adama.
Arkadaşım Per Warming’e göre müzik, politika ve toplum, bir üçgenin birbiriyle ilişkili köşeleri gibidir. O, çağdaş bir müzük kuramcısıydı. Yaptığı bestelerle melodik çizgilerin muhabbetini sağladı ve gitarıyla hem kendini hem de müziğini sevdirdi. Evrensel sanat kalitesinden ödün vermeden seçkin bir halk sanatçısı olarak aramızdan ayrıldı. Müziğin bu iyi temsilcisin son bestelerinden biri de Nazım Hikmet’in Kız Çocuğu şiiriydi.
Şair Niels Hav bir şiirinde şöyle der :
‘Benim ölmem doğal bir günün birinde.
Zaten herşey ölüyor çevremizde,
Dairelerde oturuyor kimileri bir sürü ölü sinekle…’
Peter Poulsen ise biraz farklı yazıyor:
‘Ağlama, ağlama, ağlama, her şey düzelir sonunda…’
Şarkıların seçkin sesi, iyi bir yaşam savunucusu sevgili Per Warming arkadaşım güle güle…
‘Gitme dayanamam’!
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.