Orta Avrupa ve Güç Kavgası (Kampen om Central Europa) adlı bu kitabın ikinci kez basılması ne kadar büyük bir ilgi gösterildiğinin bir göstergesi.
HABER.dk
Önce kitabın giriş bölümümden bir alıntı (özet): ”Pek çok sivil ve asker öldürüldü, bir çok konferanslar düzenlendi, Amerika Birleşik Devletlerine yemin ettirildi, Almanya teslim oldu, bir komünist rejim yıkıldı, Demir Perde kaldırıldı, Marshall Yardımı dağıtıldı. Kısacası: Sıcak savaş sona erdirildi. Soğuk Savaş başladı. Avrupa, Merkezi Avrupaya yer bırakmayacak şekilde. ”Doğu ve Batı Avrupa, biz ve onlar” şeklinde ikiye bölündü. Doğu ve Batı Arupası’nın ortasında tampon devletler oluşturuldu. Bu durum Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1989’a kadar devam etti”.
Yazar Tarihçi Vibe Termansen, ”Polonya, kendini, üç deniz arasında (Baltık Denizi, Adriyatik Denizi ve Kara Deniz) yer alan Merkezi Avrupa devletleri olarak tanımladığı, aynı zamanda AB üyesi 12 ülkenin lideri olarak görmek istiyor. Ancak bu 12 ülke arasında da geçmiş tarihten kaynaklanan olumlu olmayan karşılıklı duygular da var ve hiç biri Polonya’nın lider rolü oynayacak olmasına sıcak bakmıyor.” saptamasında bulunuyor ve ilginç analizlerle bu görüşünü açıklamaya çalışıyor.
Bu kitabın ikinci bölümünde, bugün Avrupa Birliği (AB) üyesi olan Polonya ve Macaristan’ın, Merkezi Avrupa’daki güç kavgaları açısından Avrupa’nın hangi bölgesinde yer aldıkları çok ilginç yaklaşımlarla açıklanmaya çalışılıyor. Yazar, aslında açıklanmasının çok basit olması gerektiği bu konunun çok karmaşık olduğunun altını çiziyor. Bunu derken Avrupa Birliği ”Anayasasının” ortak değerlerini vurgulayan 2. maddesine gönderme yapıyor. Söz konusu 2. madde kısaca şöyle: ”AB insani değerler, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukuk devleti ve insan haklarına saygı, azınlık haklarına saygı temelleri üzerine oturtulmuştur.”
Yazar bu belirlemeyi yaptıktan sonra, Polonya ve Macaristan’ın AB’den çok büyük ekonomik yardımlar almalarına rağmen AB’nin demokrasi ve hukuk devleti alanlarındaki temel değerlerine, ilkelerine uymadıklarına bir çok örnekler vererek eleştiriyor. AB içindeki ortak temel değerler ve ilkeler konusundaki farklı yaklaşımlar, yorumlar, bu değerlere ve ilkelere uymayan devletleri cezalandırmanın, yaptırımlar uygulayabilmenin ne kadar zor ve karmaşık olduğu kitabın 122 – 129. sayfalarında çok açık anlatılıyor.
Kitabın 206-208. sayfalarında tarihlerinde doğru dürüst bir barış dönemi olmamış Polonya ve Macaristan’da demokrasinin ve hukuk devletinin batının anladığı anlamda iyice gelişmemiş olmasının nedenleri açıklanıyor. Yazar, özellikle Danimarka’nın bugünkü gelişmiş demokrasiye geliş sürecinde (1848’den bugüne) yaşananan başkaldırmalarla, gösterilerle ve eylemlerle, Polonya ve Macaristan’ın yaşamış oldukları çok daha acı ve ağır tarihi olayların karşılaştırılamayacağını vurguluyor. Yazar, buna rağmen AB’nin büyük miktarlarda kalkınma yardımı parasını alıp istedikleri gibi davranmalarının doru olamayacağını, demokrasi ve hukuk devleti olmak yolunda çaba göstermek yükümlülüğünde olduklarını vurguluyor. Yazar ayrıca, bu ülkelerin yöneticilerinin AB’den aldıkları yardımları kişisel, aileleri, arkadaşları, yandaşları için kullanarak demokrasi ve hukuk devleti kurallarını çiğnemelerinin de hiç bir şekilde kabul edilemeyeceğinin altını çiziyor.
Yazar kitabının son sayfasında AB’nin geleceği konusundaki bir kaygısını şöyle ifade ediyor (sayfa 209): ”Polonya ve Macaristan Avrupa’nın batısında mı, ortasında mı yer alacaklarına bir karar vermeliler. Eğer bugün frene basmazsak zorluk çıkaran ülkeler her istediklerini alırlarsa AB’nin sonunun nereye varacağını bilemeyiz. Aksi takdirde Avrupa farklı değerler taşıyan çeşitli bloklaşmalara, paktlardan oluşan bölünmüş bir Avrupa’ya dönüşür.” Yazar kitabın bir başka yerinde de böylesi bir olgu ABD’nin, Çin Halk Cumhuriyetinin ve Rusya’nın tam istediği bir olgu yaratır görüşünü savunuyor.
Bu noktadan yola çıkılırsa bu kitap bir anlamda bu iki ülkeyi eleştiren bir kitap niteliğinde.
Kitabın ikinci bölümü, 1. Dünya Savaşından sonra düzenlenen Versailles (Versay) Barış Konferansı’nın perde arkasında, savaşın galipleri büyük güçlerin Avrupa’yı yeniden paylaşma ve şekillendirme konusundaki kavgalarını, entrikalarını gözler önüne seriyor. Bu bölümde daha çok, 1. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan Orta Avrupa’daki durum irdeleniyor. Artık yüzyılların iki imparatorluğu Avusturya-Macaristan ve Osmanlı iİmparatorluğu yıkılmış Orta/Merkezi Avrupa’da 10 yeni devlet ; Polonya, Çekoslovakya, Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Avusturya, Macaristan, Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya devletleri büyük güçlerin ”arka bahçeleri” anlamında kurulmuş ve tampon devletler gibi kullanılmışlardır. Aynı olgunun 2. Dünya Savaşından sonra da devam ettiğini görüyoruz.
Yine 1. Dünya Savaşından sonra yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine Orta Avrupa dışında Türkiye kurulmuştur. Bu kitapta ana tema olarak Orta ya da Merkezi Avrupa konu alındığı için Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve Türkiye’den çok söz edilmiyor.
Buna karşılık Orta Avrupa’nın oluşumunda büyük rol oynayan Almanya’dan (daha önceleri Prusya) doğal olarak çok bahsediliyor. Ancak tarih boyunca Almanya ile Danimarka arasında olumlu ya da olumsuz önemli ilişkiler olmasına rağmen, kitabın ana konusu gereği Danimarka’dan da hemen hemen hiç söz edilmiyor.
Kısacası, eleştirmenlerin büyük övgüsünü alan, okumaya değer bilgilendirici bir kitap.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.