Ali Haydar NERGİS
12 Eylül’den önce, Bülent Ecevit’in biriken üniversite mezunu asker adaylarına kolaylık sağlamak için çıkardığı kısa dönem askerlik yasası, askeri darbeden sonra da uygulanıyordu.
Burdur’da, 1982 yılı, Mart/ Haziran döneminde 4 aylık askerlik görevime yeni başlamışım.
Askerlikte ilk günler olmasına karşın, o gün çok keyifliyim….
58. Tugay’ın Burdur Gölü kenarındaki eğitim alanında ‘’Yaşa, varol harbiye!’’ naralarıyla o günkü eğitimi tamamladıktan sonra, Tugay yemekhanesinin önünde dinlenmeye çekilmişim.
O gün sabah içtimasından sonra; Sıvas Yıldızeli’li, Pir Sultan’ın hemşehrisi olduğunu çabucak öğrendiğimiz Kıdemli Başçavuş Abbas Örflü, uzaktan adım, soyadımla bana sesleniyor: ‘’Kardaşımın oğlu, gel bakalım, Yüzbaşı seni çağırıyor!’’ (Bize hep ‘kardaşımın oğulları’ diye seslenirdi.) .
Tanımam, etmem, bir yanlışım yok, yüzbaşı beni neden çağırır ki?
12 Eylül’ün civcivli günleri. ‘Siyasiyiz’ ya, Başçavuş Abbas Örflü’nün yanında Yüzbaşının bulunduğu bölüme doğru ilerlerken kafamda türlü senaryolar yazıyorum:
‘’Tabii ya, askerlik öncesinde gazetecilik yaparken ‘’zülfüyâre’’ dokunan çok haber yazdın… Hakkındaki dizi dizi istihbarat dosyaları Yüzbaşının önündedir şimdi. Uğur Mumcu gibi, ‘’Sakıncalı Piyade’ olacaksın. Ne olursa olsun, dik dur, eğilme!’’ diyerek kendime gaz veriyorum’
Yüzbaşı Mehmet Orhan’ın karşısında ‘hazır ol!’ dayım.
Komutan, masasındaki kağıtları karıştırıyor.
Tamam şimdi, boku yedim, diyorum kendime!
Yüzbaşı soruyor:
‘’ Güneş gazetesinde mi çalışıyorsun?’’
‘’Evet Komutanım!’’
‘’Cüneyt Arcayürek’in gazetedeki görevi nedir?’’
‘Haydaaa! Cüneyt Arcayürek’i neden bana sorar ki!..
‘’ Güneş Gazetesinin Ankara Temsilcisidir Komutanım!’’
‘’Cüneyt Beyin yazılarını severek okurum. Gerçekleri yazan yürekli bir gazetecidir.’’ diyor, Güneş gazetesi antetli bir zarf bana uzatıyor, ‘’ Al, Cüneyt Bey’den sana mektup var!’’’
Mektuba çabucak göz atıyorum:
‘’ Sevgili kardeşim, askerlik görevinde başarılar diliyor, terhisten sonra gazetedeki görevine dönmeni bekliyorum…’’
Şaşkınlık içindeyim.
Komutan:
‘’ Seni bölük yazıcısı olarak görevlendireyim, zorunlu eğitime katılma, yan gel yat!’’
Birden toparlanıyorum. Esas duruşumu bozmadan kuyruğu dik tutmaya çalışıyorum:
‘’ Hayır Komutanım, ben de her vatan evladı gibi askerliğimi gerektiği gibi yapmak istiyorum!’’
Gülüyor:
‘’ 4 ay askerlikle mi yapacaksın bunu? ‘’
Benimle fazla yüz, göz olmak istemiyor:
‘’Peki o zaman, gidebilirsin!’’
***
Akşam içtimasından sonra, Tugay yemekhanesinin önünde dinlenirken o keyifli anımı düşünüyorum. Yeni tanıştığım doktor, mühendis, öğretim üyesi bir gurup arkadaşla kantinden bir çaydanlık dolusu çay almışız. Yatakhanelere gitmeden önce akşam keyfi yapıyoruz.
‘’ Nergis, seni arayan biri var!’’ diyor arkadaşlardan biri.
Merakla o yöne bakıyorum.
Esmer, orta boylu, daha önce hiç karşılaşmadığım bir asker yaklaşıyor.
‘’ Buyurun, beni arıyormuşsunuz!’’
Elini uzatırken kırk yıllık tanıdık gibi gülümsüyor:
‘’ Ben, senin dayı kızı Mübeccel’in eşi Hasan Değirmenci’yim’’ diyor, daha sözlerini bitirmeden saf ve samimi bir davranışla ‘’kayınço!’’ diyerek boynuma sarılıyor.
O günden sonra artık her akşam buluşuyor, çaydanlıklar dolusu çay deviriyoruz. Her defasında’ Dur kayınço, ben Almancıyım, çayın parasını ben ödeyeyim’’ diyor. Çaydan sonra eğitim alanına doğru yürüyüp sohbet ediyoruz.
Hafta sonlarında Tugay’ın çıkış kapısında buluşup çarşı iznine de birlikte çıkıyoruz.
Elimizde çarşı izni belgelerimiz olmasına karşın, sokakta bir subay veya inzibat gördüğümüzde Hasan enişte heyecanlanıyor, saklanmaya çalışıyor. Bu davranışı inzibatların dikkatini çekiyor, izinsiz çıktığını sanıp izin belgesini kontrol ediyorlardı.
Bu durumlarda ‘’ Yahu Enişte, amma da korkaksın; benim bildiğim Çağşak’lılar(*), yiğit olur, cengâver olur, sen niye bu kadar korkuyorsun?’’ dediğimde, gülerek, ‘’ Almanya bizi bu hale getirdi, kayınço!’’ diyordu.
Bir gün çarşı izninde, enişteyle yürüyoruz. Karşıdan bir subay geliyordu. Hasan enişte, onu görür görmez yine heyecanlandı. Selam vermek için başındaki kepi kontrol etmeye çalışırken şaşırdı, kepin önünü arkasına çevirdi. Subay, hiçbir şey söylemeden, gülerek yanımızdan geçip gitti.
Çarşı iznine çıktığımız başka bir günde ise Hasan enişte, sokaktaki jetonlu telefondan kuzenimle konuşurken, parkta oturup onu bekledim. Konuşması bittikten sonra yanıma gelirken, ‘’ Dayı kızınla konuştum Kayınço, sana çok selamları var, çocuklar da iyiymiş!’’ diyerek ağlamaya başladı.
‘’ Yahu Hasan enişte, birkaç hafta sonra kavuşacaksınız, üzülecek ne var şimdi!’’ diyerek onu sakinleştirmeye çalıştım.
Muhabbetimiz kısa sürdü. Enişte, 2 ay paralı askerlik yaptı, benim daha 2 ayım vardı.
Gideceği günden bir akşam önce vedalaşmak üzere buluştuk. Elindeki torbayı bana uzattı. Açıp baktım. İçinde pijama, gömlek ve pantolon vardı. ‘’ Kayınço, valizimde yer kalmadı. Bunları sana bırakayım’’ dedi.Şakayla,‘’ Enişte, eskilerini bana mı bırakıyorsun?’’ diyerek takılmak istedim, sonra giderayak üzmek istemedim.
Beni yakından tanıyanlar bilir, biraz kısa boyluyum. Hasan enişte ise bana göre uzun boylu sayılırdı.’’ Vedalaştıktan sonra elimde torba ile koğuşa döndüm. Denemek için giydiğim pijamanın uzun kolları içinde palyaço gibi duruyordum. İşi matraklığa vurdum, pijamanın uzun kollarını sallaya sallaya, paçalarını yukarı çekerek koğuşun içinde tur attım. Arkadaşlarım, bu gösteriye kahkahalar atarak gülüyorlardı. Daha sonra giysileri boyu daha uygun bir arkadaşıma verdim….
Sonunda benim askerliğim de bitti. Yeniden Güneş gazetesindeki işime döndüm. Cüneyt ağabeyle o mektup konusunu konuşurken, ‘’ Askerliğinde rahat etmen için, bilerek yazdım o mektubu…’’ dedi.
***
Hasan enişte, on beş, yirmi yıl önce o illet hastalığa yakalandı. Uzun süre tedavi gördü.
Kuzenimle birlikte Bodrum’dan ev satın aldılar. Birkaç yıl önce gittiğimde Hasan enişteyi ziyaret ettim. Çok sevindi. Askerlik anılarımızı anlattık. Kahkahalar atarak güldük!
Ayrılırken yokuşun sonundaki dolmuş durağına dek yolcu etti beni. Kuzenim, ‘’ Tertibin seni çok seviyor, hasta haliyle hiç kimseyi buralara kadar yolcu etmezdi.’’ dedi.
Vedalaşıp ayrıldık. Son buluşmamızdı o!
Şimdi, sonsuzluğa giderken, seni yolcu edemedim.
Işıklar içinde uyu tertibim.
Yıldızlar yoldaşın olsun ……
(*) Çağşak: Kayseri’nin Sarız ilçesine bağlı bir köy.
Not: Stüdyoda çekilen, çakma üniformalı fotoğraflardan gözlüklü olan benim..
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.