Günümüzden 12.000 yıl öncesine kadar uzanan ve tarihteki en eski ibadet merkezi olduğu düşünülen Göbeklitepe, Sümerlerden, İngiltere’deki Stonehenge’den, Mısır piramitlerinden bile yaklaşık 7 bin 500 yıl daha önce yapılmış. Yerleşik hayata geçişlerin ilk izleri hakkında büyük bulgular barındırıyor ve tarıma işaret eden buğdayın ilk izlerinin Göbeklitepe’de bulunduğu belirtiliyor.
Tülay Saraçoğlu Çetinkaya
tulay@haber.dk
Yazıya başlamadan önce Göbeklitepe nerede diye merak edenlere hemen belirtelim. İnsanlık tarihinin akışını değiştiren, pek çok kişinin varlığından bile haberi olmadığı Göbeklitepe, Şanlıurfa’nın 20 km. kuzeydoğusunda Örencik köyü yakınlarında Tek Tek dağlarının eteğinde bulunuyor. Yaklaşık 300 metre çapında ve 15 metre yüksekliğinde geniş görüş alanına hakim bir konumda yeralıyor. Dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğu olan bu yapıların ortak özelliği, T biçimindeki 10-12 dikilitaş yuvarlak planda dizilmiş, araları taş duvarla örülmüş.
Günümüzden 12.000 yıl öncesine kadar uzanan ve tarihteki en eski ibadet merkezi olduğu düşünülen Göbeklitepe; matematik, geometri, fizik, mimari, sanat ve astroloji ile tarihin gizemli bir yapısı olmakla birlikte yerleşik hayata geçişlerin ilk izleri hakkında büyük bulgular barındırıyor.
Dünyanın en eski kült merkezi olarak bilinen Göbeklitepe’nin keşfi, o çağdaki avcılara, toplayıcılara dair bugüne kadar bildiklerimizi alt üst etti. Biz onları bir yerden bir yere sürekli göç eden, avlayacak hayvan ve bitki bulduğu sürece bir yerde kalan, oldukça ilkel ve küçük topluluklar halinde yaşayan insan grupları olarak biliyorduk.
1995’te Göbeklitepe izleri bulunmadan önce, insanların o çağda avcılık, toplayıcılık yapıp göçebe yaşadığı tahmin ediliyordu. Fakat M.Ö 9.600 yıllarına tarihlenen Göbeklitepe, o insanların hiç de sanıldığı gibi ilkel olmadıklarını gösteriyor.
Göbeklitepe, Sümerlerden, İngiltere’deki Stonehenge’den, Mısır piramitlerinden bile yaklaşık 7 bin 500 yıl daha önce yapılmış. Yerleşik hayatı geçişi simgeleyen büyük bulgular ve tarıma işaret eden buğdayın ilk izleri Göbeklitepe’de ortaya çıktı.
O çağda toplumsal bir örgütlenme gerçekleştiren bu insanlar, bir inanç/amaç için bir araya gelmişler. Muhteşem bir işçilikle üzerinde hayvan kabartmaları olan ve ağırlıkları 8 tona ulaşan sütunları diken bu gizemli insanlar hakkında, o yörenin yetiştirdiği değerli arkeolog Mesut Alp’in halen kazılara başkanlık eden Prof. Necmi Karul hocamız ile birlikte Türkçe ve diğer dillerde yaptığı tarihi ve arkeolojik belgeselleri ilgi ile izledim. Siz de isterseniz Göbeklitepe hakkındaki videoları YouTube’dan izleyebilir daha fazla bilgiye ulaşabilirsiniz.
Bu konu ile ilgili Farah Yurtözü ve Hakan Yedican gibi değerli araştırmacıların da yaptıkları videoları YouTube’dan izleyerek bilinmeyen kayıp tarih ve Göbeklitepe hakkında farklı bir perspektif ile bilgilerinizi zenginleştirebilirsiniz. Yazımın sonuna bu videoların linklerini bırakacağım.
Ben bu yazımda size daha çok Mehmet Tarık Yılmaz ailesi ve köylüsünün kadim toprakların inancını kollektif bilinç ile bugünlere nasıl getirdiğini içeren ritüelleri anlatmaya çalışacağım. Her ne kadar Mehmet Tarık Yıldız bana sen essahtan URFALISIN dese de, fahri bir Şanlıurfalı olarak, ben o kadim toprakların sakladığı gizemlere sevdalı amatör bir gezer olarak duyduğum, yaşadığım ve öğrendiklerimi sizinle paylaşmaya çalışacağım.
Arazi sahibi, turizmci ve taş sanatçısı Urfalı kardeşim Mehmet Tarık Yıldız ile ilk kez Temmuz 2022’de ziyaret ettiğim Göbeklitepe’de tanışmıştım ve bu yazıyı onunla yaptığım söyleşi üzerine hazırladım.
Beni köyüne, evine ve ailesi ile birlikte sofrasına davet edip, evinde misafir edip dostluğunu sunduğu için ayrıca kendisine çok teşekkür ederim.
Kendi de adı gibi özel olan Tarık’ın adı aynı zamanda “Nibiru/Sirus/Marduk ve Sira” yıldızı demektir.
Soyadının da Yıldız olması ile mekana uyan bu özel arkadaşım, aynı zamanda iyi bir taş ustası olup Göbeklitepe sembollerinin telif hakkını almış ve onların minyatür boyutlarda heykellerini yapan alanındaki tek kişidir. Tıpkı 12 bin yıl önce o topraklarda bize bu sanat eserlerini bırakanlar gibi Mehmet Tarık Yıldız da taşı öyle ince işleyip içine sanki ruhunu üflüyor.
Bu minyatür heykeller diğer satılan heykeller gibi kalıptan çoğaltılmamış. Her biri el emeği, göz nuru, sanat ve işçilik isteyen bu ürünleri evindeki küçük atölyesinde yapıyor. Emeğe saygı olarak onun atölyesini ziyaret edip heykellerin orjinalini almanızı şiddetle tavsiye ederim. Ayrıca Mehmet Tarık Yıldız’ı Gobeklitepe.sanliurfa instagram hesabından da takip edip yeni gelişmeleri öğrenebilirsiniz.
Yıldız ailesinin hikayesi 1984 yılında bu toprakların sahibi dedesi Şavak Yıldız bir gün tarlasını sürerken bulduğu bir heykeli müzeye teslim etmesi ile başlıyor. Göbeklitepe’de henüz hiçbir çalışma, kazı yokken Yıldız ailesi, köylüleri ve çevre köylüler tarafından kutsal sayılıyormuş, ama neden kutsal sayıldığı bilinmiyormuş. Büyüklerinden ve aile fertlerinden böyle görmüş ve böyle devam ediyor.
Hatta yeminler bile Göbeklitepe adına edilirken, özellikle ilkbahar aylarında belli tarihlerde köy halkı Göbeklitepe’ye çıkıp bayram havasında dualar edip, kurbanlar kesip ve pişirip birlikte yerlermiş.
Kimin ne ihtiyacı ya da sıkıntısı varsa o gün orada giderilir, yardım edilir, hastası olanlar hastasına sağlık, hayvanları olanlar hayvanlarına kıran girmesin diye adaklar adarken, çocuğu olmayan kadınlar da çocuğu olsun diye dilek tutup adak adarlarmış.
Yemekler yendikten sonra oranın temiz tutulması da çok önemliymiş yoksa metafizik varlıklar tarafından musallat olunup rahatsız edileceği inancı hala yöre halkı tarafından dikkate alınıyor. Büyük yeminlerin de Göbeklitepe adı verilerek yapılması, sıcaklığını hala koruyan bir geleneğin olması bu toprakların bir parçası olsa gerek.
Bu da Göbeklitepe’nin tam tepe noktasında yer alan dilek ağacı etrafında bir kaç kez dönerek yapılırmış. Kazılarda, o dilek ağacının olduğu yerde 20 metre karelik bir yapı ortaya çıktı ve bu yapının içinde karşılıklı iki aslan kabartması yer alıyor.
Bu iki aslan yapının hemen dibinde de bir taşın üstünde bir kadının ters doğum yapma şemaları ortaya çıkıyor.
12 bin yıl sonra çocuğu olmayan kadınların hala orada dilek tutması, adak adama ritüelinin devam ettirilmesi, kollektif bi hafızanın hala var olduğunu düşünmek, tüyleri diken diken eden gizemli geçmişin izleri midir acaba?
Halkın orayı kutsal sayması, halkın kodlarında var olan geçmişten gelen bir öğreti olarak nesilden nesile geçmiş anlatımlara kulak vermek, bu öğretileri devam ettirmek o yörenin insanlarına bir ayrıcalık katıyor.
Bir başka gizemde Göbeklitepe’de bulunan sembollerin aynısının Avustralya’da yaşayan yerli halk Aborjinlerin kendilerine özgü Şamanizm inancında kullanılması. Bu kullanılan ortak sembol onlarda “iki insanın bilgilerini paylaşmak için bir araya gelmesidir” anlamını taşıyor olması Göbeklitepe’de de aynı anlamda mı kullandılar diye düşündürüyor.
Arkeoloji tarihinde büyük bir keşif
Göbeklitepe insanlık tarihini değiştirmeye ve ilklere imza atmaya devam ediyor. Şimdiye kadar Göbeklitepe’de ilk defa pigment dediğimiz doğal bitki boyalardan oluşan boyalı heykel bulundu. Dünyada şimdiye kadar bulunan en eski pigment heykeli Göbeklitepe’de yeralıyor. Ağız kısmında kırmızı pigmentler boyun kısmında da siyah pigmentler mevcut.
Her ne bilgiyi paylaştılar ve her ne inanca sahiplerse, hala toprak altında olan keşfedilmeyi bekleyen Göbeklitepe şu ana kadar bilinenin ötesinde tarihin sıfır noktasını oluşturmakta. İnsanın avcı toplayıcı olarak yaşamını sürdürdüğü bir dönemde, ileri düzeyde mimarlık gerektiren tapınaklar inşa etmesi, tarih öncesi insanın sanıldığı gibi ilkel olmadığını gösteriyor. Anadolu topraklarında, Şanlıurfa’da bütün muhteşemi ile arkeoloji tarihinin en önemli keşiflerinden biri olan Göbeklitepe gitmenizi, görmenizi bekliyor.
Mesut Alp & Prof. Necmi Karul
Hakan Yedican
Farah Yurtözü
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.