En büyük eğlencem kardeşlerimle ve arkadaşlarımla sokakta oynamaktı. Sokakta top oynamak, misket ve bilye yuvarlamak diye bir kavram vardı. Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık. Okula arkadaşlarımızla birlikte gider, oynaya zıplaya yürüyerek eve dönerdik. Okul servisi yoktu. Ayakkabılarımız çok eskirdi. Hatta kimi zaman okuldan eve dönerken tenha sokaklarda küçük taşlara top yerine vururduk. Kimi zaman da bu sokaklarda hava kararana kadar çeşitli oyunlar oynardık. Mahallemizdeki yetişkin kadınların hepsi birer teyze birer anneydi bize. Susayınca girer evlerine su içerdik, ya da kimi teyzeler bir sürahi ayran getirir, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik. Oynadığımız yere evi yakın olan arkadaşlarımızın anneleri bize de börek, kurabiye gibi yiyecek verirlerdi. Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Cebimizde harçlığımız olduğunda oynarken düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince tekrar cebimize korduk. Bugün bize çok garip gelse de, çantanın üstündeki paraya kimse dokunmazdı, arkadaş parasının dokunulmazlığı vardı.
Çocukluğumda oyun oynayarak geçirdiğim bu sokaklar evimiz kadar güvenliydi. Düşeni kaldırıp şevkat gösterirdik, kimi zaman kavga etsek de ya çabuk barışır ya da barıştırılırdık. Polis ve jandarma gelmezdi kapımıza, zabıt tutulmaz, rapor yazılmazdı hakkımızda. Sonra bizim kazgalarımızda öyle ustura, falçata olmaz, bu aletlerin ne olduğunu bilmezdik bile. Kan yoktu bizim kavgalarımızda. Benim çocukluğumdaki en şiddetli çocuk kavgalarında saç çekilir, hayvan adları sayılır ya da tekme atılırdı. Çok geçmeden kavga sona erer, tekrar oyuna dalardık. Parmaklarımız kanayana kadar misket oynardık, yine de mikrop kapmazdık. Düşerdik, kanayan yerimize çiğnenmiş ekmek basarlardı, oyuna tekrar devam ederdik.
Artık bu sokakları tanıyamıyorum ve bu sokaklardaki insan sıcağını hissedemiyorum. Sokaklar mı değişti yoksa ben mi yaşlandım? İtiraf edeyim ben bizim çocukluğumuzu özledim. Sokaklarımız ruhsuzlaşmış sanki. Artık komşular birbirini tanımıyor. Komşuya temizliğe gelen kadınla konuşur, ama komşuyla konuşmaz, komşularımız kimdir, komşu dairede kimin otururdurduğunu bilemez duruma geldik. Evimizi kendimiz temizlerdik. Kendimiz diyorum, yani sadece annem değil. Kapı ve pençeleri biz çocuklar elimize tutuşturulan ıslak bez parçalarıyla silerdedik. Bu işi de güle oynaya yapardık, annemize yardım etmenin mutluluğunu yaşardık. Hee, iş sonunda beş on kuruş cep harçlığı konulurdu cebimize.
Sanki şimdi evler var ama yuva yok! Parklarımız var içinde oynayan çocuklar yok. Her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks ve yüksek binalar, ışıl ışıl vitrinler, büyük alı veriş merkezleri ve buralara girip çıkan yapay insanlar çok var. Sanki ruh yok, buz gibi bir atmosfer, biz insanlar bu buzlu atmosfere ne kadar dayanabileceğiz ?
Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diyerek hatırını soran çocuklarımız artık yok.
Oturduğumuz evler aslında banka borcuyla ‘bizim’, kullandığımız araba banka borcuyla ‘bizim’. Bana yalancıktan ‘benim de evim arabam var’ dedirten ve sadece benim cüzdanımı düşünen bu sistem bu kültür, benim kültürüm değil! Beyni reklamlarla desteklenen, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk. Birbirimize yabancı, kendimize yabancı ve yanlızlıklarımızla yaşar olduk. İyi de neden böyle olduk ? Biz mi istedik böyle olsun diye.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.