Hans Christian Andersen, 2 Nisan 1805 tarihinde Danimarka, Odense’de doğdu. Babası hastalıklı bir ayakkabıcı, annesi de bir çamışırcıydı. Doğduğu şehir Odense ve yaşamını sürdürüp yapıtlarını yazdığı Kopenhag, yetişkin yıllarına damgasını vuran ve bir yazar olarak Andersen’i biçimlendiren iki önemli ortamı içinde barındırır.
Andersen’in yazarlık kimliği dışındaki en önemli unsur, rahatsızlık duyduğu toplumsal koşullardan, yoksulluktan kurtulma çabası da, çocukluğundan yetişkinliğine dek kişiliğini biçimlendiren bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Andersen masal yazarı olarak bilinir ama gezi kitapları da vardır. Çok sık seyahat eden Andersen’in çok sayıda gezi kitapları vardır. Gezi kitaplarının her biri, gezdiği yerleri tanıtıcı ve bilgilendirici bakış açısı sunar. ‘Seyahat etmek yaşamaktır’ der Andersen.
Yalnızca Danimarka’da değil, bütün dünyada tanınan Andersen’in masalları ülkemizde de sevilir ve okunur. Danimarkalı bu ünlü masalcının hayatı aynı bir masal, bir şiir gibiydi. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğan Andersen yetenekleri sayesinde genç yaşta keşfedildi. Zorlu bir eğitim süreci ve pek çok engeli aşıp daha hayattayken ünlü yazarlar arasında yerini aldı. Daha önce dilimize çevrilen çok sayıda kitabı var. Ama Dancadan Türkçeye yapılan ilk çeviri Danimarka’da yaşayan Murat Alpar tarafından yapıldı.
Çirkin Ördek, Yaban Kuğuları, Kibritçi Kız, Prenses ile Bezelye Tanesi gibi masallarla büyüklerin de ilgisini çeken Andersen, gezi kitapları da yayımlamış ve bunların birinde İstanbul ve İzmir’e yaptığı yolculukları anlatmıştı. Bu gezi kitabının adı ‘Bir Şairin Çarşısı’.
210 yıl önce, 2 Nisan 1805 tarihinde doğan bu masalcı, 1841 yılında yine nisan ayında İstanbul’a gelmişti. O günlerde İstanbul için şöyle yazmış Andersen:
‘Bir tepeye kurulmuş şirin Kandilli köyünü, saray bahçesini ve padişahın uçsuz bucaksız saraylarını gördük. Ne müthiş zenginlik ve doğa güzelliği sunuyordu Boğaz sahilleri! Küçük bir çocukken Binbir Gece Masalları’nı hiç aklımdan çıkarmaz, asma bahçelerini ve fıskiyeli havuzlarıyla mermer saraylar düşlerdim. İşte şimdi bu düş gerçekleşmiş, bütün ayrıntılarıyla canlanarak karşıma çıkmıştı.’
İstanbul’da yaşadıkları onun düşlerinin çok ötesine geçti. Bu kentte balıkçı köylerinin önüne gerilmiş kılıç balığı ağlarını ‘bir rüya diyarı’ gibi dediği Topkapı Sarayı’nın bahçesini, Haliç’teki ‘gemi direklerinin oluşturduğu ormanı’ , sırma işlemeli mendilleri, ‘gözlerimi kamaştırdı Sultan Ahmet Camii’ni’, etrafı küçük sümbüllerle çevrelenmiş dev bir sümbüle benzettiği Ayasofya’yı, ‘batmakta olan güneşin kızıl ışıklarının Üsküdar’daki pencerelerdeki alev alev yalazlanan yansımaları’ gördü.
Mısır Çarşısı’nı baharat kokuları, şifalı otlar ve pahalı boyalarla dolu iki cadde arasında yerleşmiş kocaman bir eczaneye benzetti. Pera’nın daracık sokaklarında dolaşırken, karşılaştığı manzaranın Danimarka’da ancak rüyalarda görüleceğini söyledi.
İstanbul’u üç hafta gezen Andersen, geceleri de elinde fenerle İstanbul sokaklarını dolaştı.
‘Yaşamımın çok güzel, uzun bir şiir olacağını hissediyorum’ demişti Andersen, şiir gibi güzel bir yaşam sürerek 4 Ağustos 1875’te yaşama veda etti.