Paris ile Helen’den Mustafa Kemal ve Eleni’ye, Eftelya’dan Katina’ya… Mitolojiden tarihe, imkânsızlıklardan büyülere uzanan gerçek ve efsanevi aşk öyküleri, Türk ve Yunan halklarının ortak kalp ritmini anlatıyor.
Abdullah GÜRGÜN
ATİNA – Türklerle Yunanlar birbirlerini sevmez diye düşünülse de birbirlerinden vazgeçemezler. Hem çok severler hem de kızarlar birbirlerine. Ama onları bir araya getiren, o kadar çok ortak yönleri vardır ki kopamazlar birbirlerinden. Yüreklerinde Ege’in her iki yanı da vardır.
Onları kaynaştıran ortak noktalardan biri de aşktır. Atina’da bir gün birlikte olduğumuz Türk – Yunan çifti Fatoş ile Petro beni çok etkiledi. Ne mutluydular! Ne güzel bir çiftiler!
Keşke tüm aşklar böyle güzel ve mutlu olsaydı. Ama bazen de acı biter karasevdalar.
İLK TÜRK – YUNAN AŞKI
Dünyaca ünlü bir öykü; Türk denen Turovalılardan[1] bir erkek ile Yunan denen Akalardan bir kadının serüveni: Paris ile Helen…
Homer’in M.Ö 8. Yüzyılda yazdığı İlyada destanına göre, Türk Turovalılarla Yunan Akalar arasındaki savaş ilk Türk Yunan aşkı nedeniyle çıkıyor. Hikâyeye göre, Turovalı Paris bir yarışmada ödül olarak dünyalar güzeli Helen’i alır. Ama Helen aslında Sparta Kralı Menelaos’un karısıdır. Helen Paris ile Turova’ya kaçar. Savaş çıkar. Bu savaşta bizim Muğlalı Karyalılar, Lidyalılar, Frigyalılar ve tüm Anadolu Turovalıların yanında Yunanlara karşı savaşır. Ünlü Troya Atı hilesiyle Akalar Troyalıları yenerler, Kenti yakıp yıkarlar, yağmalarlar.
Paris öldürülür.
Helen’i Menelaos yakalar ve geri götürür.
Fatih’in İstanbul’u aldıktan ve Mustafa Kemal’in Çanakkale zaferinden sonra “Troya’nın intikamını aldık” demeleri bundandır.
OSMANLI PADİŞAHLARINDA RUM AŞKI
Osmanlı paşaları, padişahları da aşık olmuştur Rum, Yunan kızlarına. Pek çok padişahın eşleri anneleri Rum’dur. Padişahların eş ve annelerinden bazıları: Holifera (Nilüfer), Asporça, Teodora, Maria (Gülçiçek), Hatice Sultan, Gülşah Hatun, İren, Maria, Tamara, Anna, Helen, Evemia, Helen, Yeremia, Aleksandra. Meri, Nora, Karolin….
Bu evliliklerin çoğu siyasi nedenlerle, ittifak oluşturmaya yönelik birleşmeler.
Padişahlarla evlenirlerken soran oldu mu kendilerine? Mutlular mıydı?
Hele haremden kaç Rum cariye geçmiştir?
Bilen var mı?
Halk arasında durum başka.
Osmanlı’da yetmiş iki millet içinde aynı dinlerden olanların evlenmesi doğaldı. Ama Müslimlerle gayrimüslimler arasında evlilik olağan değildi. Ama müthiş aşklar, ilişkiler yaşanıyordu. Müslüman erkekler ve gayrimüslim kadınlar birbirlerini her yerde görebiliyordu. Hatta serbestçe konuşabilecekleri yerler çoktu. Müslüman kadınların kapalı olması, eğlence yerlerine gidememesi, oralarda çalışamaması gibi nedenler onları yasak aşklardan korumuş oluyordu.
EFTELYA VE KATİNA’NIN AŞKLARI
Yunan Yazar Mara Meymaridi’nin İzmir Büyücüleri isimli kitabında bir Türk – Yunan aşkı anlatılıyor: Kapadokya’da bir Türk subayı ile bir Rum kadını evleniyorlar. Bir kızları doğuyor. Çocuğa Katina adını veriyorlar. Katina bir Türk Baba ve bir Rum annenin kızı olarak yaşarken babası yaşama veda ediyor. Yıl 1888, Katinacık on yaşında…
Anne Eftelya ve kızı Katina İzmir’in yoksul bir semtine taşınıyorlar. Anne Kapadokya’da öğrendiği bir formülle krem yaparak geçimini sağlamaya, kızını büyütmeye çalışıyor.
Türklerde damat kıza başlık parası öderken Rumlarda kız tarafı damada drahoma dedikleri başlık parası öder. Zengin ama çirkin Rum kızları parayı basıp en yakışıklı delikanlıyı alabiliyorlar ama güzel kızda para yoksa yandı; garibim evde kalıyor.
Eftelya ve Kalinka olayı gayet güzel çözüyorlar, zengin koca bulmanın yolunu buluyorlar: Büyücülük. Ana kız tesadüfen bir Türk büyücü kadınla tanışıyorlar. Dostluk ilerliyor ve ondan büyü yapmayı, iskambil kartlarıyla fal bakmayı öğreniyorlar.
Kitabın yazarı teyzesi Eftelya’yı zor hatırlıyor ama annesinden onun hikayesini dinlemiş ve teyzesine ait on sekiz adet günlük defteri bulmuş. İşte o günlüklerdeki serüvenleri, kuzeni Katina’nın aşk öykülerini ‘‘İzmir’in Büyücüleri’’ romanında toplamış.
KATİNA İLE ALİ PAŞA
Katina serpilmekte, evlenme çağı gelmekte ama drahoma verecek para yok.
Anne kız drahoma vermeden evlenebilecek zengin bir damat bulmak için yollar ararlar. Çareyi uygun bir damat adayı bulup büyü yapmakta bulurlar… Başarırlarsa yoksulluktan kurtulacaklardır.
İzmir’in en büyük tüccarlarından yakışıklı Spiro Şerbetoğlu’na aşk şurupları içirirler, macunlar yedirirler ve büyü tutar. Spiro, Katina’ya aşık olur. Ana kız güzel bir konağa yerleşirler, zengin bir hayata kavuşurlar.
Ne var ki, bir gün Spiro limanda bir kavgaya karışır ve öldürülür. Katina on sekiz yaşında dul kalır.
Yeni damat adayı ararlar. Bu kez İzmir’in en zenginlerinden Konstantin Karamanos’u bulurlar. Konstantin evlidir ama büyü güçlüdür. Katina’ya sırılsıklam aşık olur ve eşinden boşanır. Katina’yla evlenir.
Aile Katina’yı istemez. Özellikle kocasının ağabeyi Spiros büyük tepki gösterir. Katina onu da büyüler. Bir kızı olur ama babası Konstantin mi Spiros mu bilinmez. Kocası Konstantin otuz dört yaşında kalp krizinden ölünce hemen gizli aşk yaşadığı ağabey Spiros’la evlenir. Bir oğulları olur. Aslında Türk subayın torunları olan bu çocukların çocukları, şimdi kimbilir nerelerdedir; Yunanistan’da, Türkiye’de ve dünyanın her yerinde kimbilir kaç Türk Yunan çocuğu torunu yaşıyordur…
Katina bir gün iskambil falına bakarken kara topraklar görür, bunun bir felaket habercisi olduğunu düşünür ve İzmir’den kaçar, Atina’ya yakın Egina adasına yerleşir.
Ammaaaa Katina’nın herkesten gizlediği gizli bir aşkı daha vardır. Aslında annesi gibi bir Türk subayına deli gibi aşıktır. Kendisi Egina adasında; kalbi ve aklı Ege’nin karşı kıyısında herkesten gizlediği gerçek aşkı Ali Paşa’dadır. Yeniden Türk topraklarına döner. Ali Paşa’yla İstanbul’da ölünceye dek mutlu yaşar. Ancak Ali Paşa’nın ölümünden sonra yeniden Egina’ya döner. Ali Paşa’dan sonra başka hiçbir erkeği büyülemez. Son yıllarını Ali Paşa’sını düşünerek geçirir.
MUSTAFA KEMAL’İN İLK AŞKI
“Ben seni severam, çok seni severam
Ben ilk aşkımı severam
Onun ile bir gün için ömrümü vereram.”
(Şarkıyı buradan dinleyebilrsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=fjpwxgeMDUk )
Manastırda herkesin bildiği, dillere destan bir aşkın, Rum kızı Eleni ile Mustafa Kemal’in şarkısıdır bu.
Ülkemizde pek bilinmeyen bu aşk öyküsünü Makedonya‘da bilmeyen yok. Ama İnternette konuya ilişkin epey yazı, iki de kitap reklamı var. Birinin ismi Atatürk’ün İlk Aşkı : Manastırlı Eleni; diğerininki, Mustafa Kemal Atatürk’ün İlk Aşkı Manastırlı Eleni, İnan Çetin yazmış.
Perihan Tunçbilek’in Musa Ağıcık ve Dr. Azmi Koçak’ın Atatürk’ün İlk Aşkı, Manastırlı Eleni adlı, 2017’de Demos yayınlarından çıkan kitabından aktardığına göre, Yazar Çane Zdravkovski bu aşkı Balkonun Altındaki Serenat adı altında senaryolaştırıyor. Senaryo Yazarı ve Yönetmen Tarık Dursun da “Mustafa” adlı senaryosunda bu aşka yer veriyor. Ayrıca Dr. Trayko Ognenovski ve Balkanların ilk fotoğrafçısı Milton Manaki bu aşkın tanıkları.
Milton Manaki’nin anlattığına göre Eleni’nin yaşadığı ev şehrin ana caddesindeymiş. Resmi geçitler burada yapılırmış. Her askeri geçit sırasında insanlar balkonları, pencereleri çiçeklerle süsler askerlere sevgi gösterisinde bulunurmuş. Gene bir resmi geçit esnasında henüz on üç yaşında olan Eleni balkondan yürüyüş yapan Mustafa Kemal’e bakıyormuş. Mustafa Kemal de başını kaldırmış, göz göze gelmişler ve ilk bakışta yıldırım aşkı başlamış. Mustafa Kemal okulu bitirdikten bir süre sonra Manastır’dan ayrılmış. Yedi yıl sonra 1907 yılında Manastır İdadisine yönetici olarak dönmüş.
Mustafa Kemal şehrin önde gelen seçkin Hıristiyan ve Türk ailelerinin davetli olduğu Eleni’nin doğum günü ziyafetine katılıyor. Ziyafette Elini ve ailesiyle tanışıyor ve macera başlıyor. Gençlerin buluşmaları görüşmeleri, büyük dedikodulara, tepkilere yol açıyor.
Manaki, olayı, “Hatırlıyorum olay şehirde büyük yankı uyandırdı. Durum Valiye kadar intikal etti. Bir Hıristiyan’ın bir Türk’e varmasını hoş karşılamayan Piskoposluk devreye girdi. Bu ada skandalın örtbas edilmesi için Eleni Lerin’e, (şimdiki adıyla Florina’ya) gönderildi. Sonra da evlendirildi” diye anlatıyor.
Mustafa Kemal de olay nedeniyle ihtar almış.
Şair ve yazar Çane Zdravkovski de Balkonun Altında Serenat adlı kitabında bu aşkı ve ilk karşılaşmayı, buluşmalarını, Mustafa Kemal’in evinin balkonundaki Eleni’ye yaptığı aşk serenatını anlatılıyor. Hristiyan ve Müslüman gençler arasında yaşanan bu yakınlaşmaların tepkiyle karşılandığını belirtiyor. Eleni’nin babası Mustafa Kemal’in annesi bu ilişkiye karşı olduklarından Mustafa Kemal çok aşık olduğu Eleni’yi kaçırmış. Elini’nin teyzesinin evinde bir gün saklanmışlar. Ama Eleni’nin babası gençleri bulmuş. Eleni’yi istemediği biriyle evlendirmiş. Mustafa Kemal de Manastır’ı terketmek zorunda kalmış. Mustafa Kemal’in elinden kızını alan baba, Eleni’yi mutsuz bir evliliğe mahkum etmiş. Mustafa Kemal de bu olayın sonunda Manastır’dan ayrılmak zorunda kalmış. Eleni evli olmasına rağmen Mustafa Kemal’e aşk mektupları göndermiş, ancak bir daha hiç görüşmemişler.[2]
Senaryo yazarı ve rejisör Tarık Dursun K. “Mustafa” adlı senaryosun da Mustafa Kemal ve Eleni Karinte aşkına yer veriyor.
Bu aşk hikayesi bir de Makedonya’nın ünlü sinema yönetmeni Aleksandar Popovski, tarafından Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya ortak yapımı, “Balkanlar Ölmedi” filmine konu oldu. Filmde Türk, Sırp, Fransız oyuncular rol aldı. Film Makedon yazar Deyan Dukovski’nin “Balkan Ölmemiştir” adlı eserinden uyarlandı. Senaryo filmin yönetmeni Aleksander Popovski ile birlikte Dejan Dukovski ve Ana Lasic tarafından yazıldı. Mustafa Kemal rolünü Makedonya Üsküp doğumlu oyuncumuz Ertan Saban, Eleni rolünü Nataşa Tapuşkoviç oynadı.
Artık Atatürk’ün Eleni’ye aşık olduğu dönemde öğrenim gördüğü askeri okul müze ve Atatürk’ün sınıfı bir anı odası. Bu anı odasının duvarlarında da Eleni Karinte’nin, Florina’ya götürüldükten sonra Mustafa Kemal’e yazdığı mektuplardan biri yer alıyor:
İşte Eleni’nin aşk mektubu:
”Kemal Atatürk’e herhangi bir zamanda ve yerde
Çok seneler geçti, ben halen her gün senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla. Kağıttaki gözyaşlarımı görebileceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor, seninle ilgili çok şeyler konuşuluyor. Mektubumu okurken, başka kadını seviyorsan, mektubumu yırt.
Manastırlı Eleni Karinte, bir gün tanıdığı ve aşık olduğu adama bütün ömrünü harcamıştır. Benim seni sevdiğim kadar, o kadını o kadar çok seviyorsan, kendisine hiçbir şey söyleme, senin kadar mutlu olmasını diliyorum. Fakat, balkondaki kızı hatırlıyorsan ve başkasını sevmiyorsan, seni beklediğimi ve ömrüm boyunca bekleyeceğimi bilmeni istiyorum.
Döneceğini, beni unutmayacağını biliyorum. Babam vefat etti. Beni senden ayırdığından tam bir yıl geçti, beni eve kapattı ve bir ay çıkmama izin vermedi. Ağladım, biliyorum ki tüm kilitleri ve hapisleri boşuna harcadı.
Beni evlendirecekleri adamı sadece bir kez gördüm ve kendisi bana onu sevebileceğimi söyledi. Ben kendisine, ‘Hayır, ben sadece ilk aşkımı seviyorum’ dedim. Babam beni hiç bir zaman affetmedi ve ben de kendisini affetmedim. O zamanlardaki gibi artık genç ve güzel değilim.
Ebediyen seni seven ve seni bekleyen,
Eleni Karinte’n.”
İSVEÇ MACERALARI
Stockholm’de 1970’li yılların başlarında çok sakin sessiz devrimci bir kız vardı. İsveç Komünist Partisi SKP’nin Holländargatan’daki kafeteryasında tanışmıştık. Azıcık yakınlaştık ama olmadı. Anne babalarımızı tanıştırmak istiyordu. Olacak iş değildi. Yıllar sonra bir kütüphanede çalışırken gördüm. Behçet Necatigil’in Gizli Sevda şiirinde olduğu gibi, sevindi beni görünce. İranlı biriyle evlenmiş, çocukları olmuş bir kız, bir oğlan…
Devrimci müzisyen arkadaşım Kudret Dilik’in Stockholm’de bir arkadaşı vardı, Stefano’ydu galiba adı. Anası Bursalı Rum, babası Bursalı Türk. Savaş sonrası mübadele zamanında babası da annesiyle birlikte Yunanistan’a göçmüş, oraya yerleşmişler. Tüm zorluklara, aşağılamalara karşın birbirlerini hiç bırakmamışlar.
Türk Yunan karışımı Stefano ile Kudret çok iyi anlaşırlardı. Kudret 12 Eylül karabasanından Yunanistan’a kaçmış. Orada Yunan dilini, buzuki çalıp Yunan şarkılarını söylemeyi öğrenmiş. Birlikte Stockholm lokantalarında her telden çalarlardı. Sirtaki, zeybeki, çiftellli… İsteyen Yunan oyunu niyetine; isteyen Türk oyunu niyetine oynardı oynayabildiği kadar.
O lokantalardan birinde Katy ile tanışmıştım. Katarina İstanbul Rumu. “Ben Yonan değilim be, ben Rumum” derdi. Bir süre birlikte olduk ama çok dertliydi. Oğlunu erken yaşta kaybetmiş, bunalımlara girmiş, eşinden ayrılmıştı.
Olmadı, uyuşamadık.
VECİHİ İLE KİKİ
Stockholm’de bir Vecihi’miz vardı. Babası sıkı solcu bir işçiydi. 12 Mart 1971 darbesi sonrası gelen solcu arkadaşlarla hemen dost olmuştu. Oğlu Vecihi de boynuz kulağı geçermiş misali babadan daha devrimciydi. Çok sevilen bir gençti. Vecihi’nin Yunan bir sevgilisi vardı. Kicki diyorduk. Asıl adını hatırlamıyorum. Kiki’nin babası da Yunanistan’da 21 Nisan 1967’de darbe yapan Albaylar Cuntası’ndan kaçıp İsveç’e sığınan Yunan komünistlerindendi. İsveç Sol Komünist Parti VPK içinde çalışıyordu.
Vecihi – Kicki çifti de aynı partinin gençlik örgütünde tanışmışlar, devrim ateşi aşk ateşine karışmıştı. Görünüş olarak da hoştular. Vecihi zayıf, eneze bir tipti. Kiki ise bizim eski artistlerimizden Neriman Köksal gibiydi; boylu poslu iri yapılı. Ama Neriman Köksal’dan çok daha esmer, kara kaşlı kara gözlü, siyah kıvır kıvır saçlı bir kızdı. Çat pat Türkçe öğrenmişti; Vecihi de ondan biraz Yunanca. Sohbetlerine doyum olmazdı. Sevmemek elde değildi onları.
Birbirlerinden ayrılmaz, her yere birlikte gider, her şeyi birlikte yapmaya çalışırlardı. Çok mutlu keyifli bir çifttiler. Evleri Türk ve Yunan devrimci gençlerle dolar taşardı. Yunan Cuntası ile Türk cuntasına karşı omuz omuza mücadele onları kaynaştırıyordu. O zamanlar “Emperyalim bizi birbirimize düşman etti” denirdi. İlkel etnikçiliğe, çiğ milliyetçiliğe, itibar edilmezdi.
Vecihi ile Kiki 1970’li yıllarda özellikle Türklerin ve Yunanların yoğun olduğu Rinkeby bölgesindeki öğrenci evlerinden birinde birlikte otururlardı. Çiftin oturduğu Rinkeby’ye İsveçliler Türkeby adını takmışlardı. Yani Türk Köyü. Bölgeyle ilgili hoş bir fıkra da anlatılır:
Bir İsveçli karısını yatakta bir adamla basar. Ve bağırır KRÄÄÄK! Kräk! Krek okunur; İsveççe pislik, kusmuk, adi herif gibi kullanılan bir küfürdür. Kadının yanındaki adam onu “GREK” yani “Yunan” anlar ve derhal itiraz eder; “İnte grek Turk Turk, Yunan değil Türk Türk!…”
Vecihi – Kicki çiftiyle ilişkimiz zamanla kayboldu gitti. Ne yaptılar, ne ettiler, evlendiler mi, Ayrıldılar mı? Hiç bilmiyorum. Umarım mutlu olmuşlardır.
ATİNA’DA AŞK BAŞKADIR
Atina’da çok güzel bir sürprizle karşılaştım. Çocukluk arkadaşım Selahattin’in güzel kızı Fatoş Yunanlı yakışıklı delikanlı Petro ile tanışmış. Aileleri de karşı çıkmamış gençlere. İki gönül bir olunca Atina yeni yurtları olmuş.
Atina pahalı bir kent ama ikisi de çalışıyor, geçinip gidiyorlar gül gibi.
Fatoş Facebook’tan benim Atina’da olduğumu öğrenmiş. Bir mesaj attı. Buluştuk. Müthiş güzel bir gün geçirdik.
Beni Atina’nın dışındaki bir sahil kasabasına, Porto Rafti’ye götürdüler. Porto Rafti, Atina’dan bir saatlik mesafede bir deniz kıyısı kasabası.
Petro çok kafa dengi, efendi bir delikanlı. Çupra balığı ve salata eşliğinde Çipuraki ya da Çipora denen bir cins rakı getirtti. Denedim, erik rakısı Sljivovica’ya benzettim. Uzo bizim rakıya daha çok benziyor.
Bütün Atina burada. Her gün dolar taşarmış bu mekan… Tıklım tıklım doluydu. Fabrika gibi çalışıyor. Bu kadar insana balık, karides, midye, salata, içki yetiştirmek marifet.
Bütün gün sohbet ettik. On sekiz yıldır burada Fatoş. Petro’yla çok mutlu. Gelin kaynana dırdırı meşhurdur ya kaynanasıyla da çok iyilermiş. Öve öve bitiremiyor. Seksen yaşındaymış. Sağlıklı ve dinçmiş. Akşam da ona gidecekler…
Akrabalarla, konu komşuyla da çok iyilermiş. Sadece ilk geldiği 2017 yılında Türk olduğunu söylediği bir Yunan kadın çok kötü konuşmuş, bağırmış çağırmış. (O sırada ne olmuştu acaba? Ne zaman Kıbrıs, Ege, azınlık sorunları alevlense kızgınlıklar artıyor) Fatoş’un çok ağrına gitmiş; Yunanca da bilmiyor; çok ağlamış. Kadına dersini Petro vermiş. O olay dışında bir yaramazlık yaşamamış. Şimdi Türk dostlarından çok daha fazla Yunan dostları varmış.
Petro şimdi epeyce Türkçe de öğrenmiş, Türkçe, Yunanca, İngilizce, güle oynaya gayet güzel sohbet ettik.
Türk Yunan demeden orta kahvemizi de içtik. Artık gidebiliriz.
Dönüşte yollar tıkalı Petro ana yolu bırakıp köy yollarına daldı. Otomobil uçup gidiyor. Vın vın vın, tarla aralarından, zeytinliklerden kestirmeden, ara yollardan, ana yoldan, bir sağa bir sola derken şip şak Atina’ya vardık.
Fatoş da keyifli kız, kıkır kıkır gülüyor. Petro rally yaparken biz sohbet ediyoruz.
Çok mutluyuz.
Herkese mutluluklar diliyoruz.
ATİNA’DAN SEVGİLERLE…
[1] Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ün deyimiyle Anadolu toprakları yedi bin yıllık yurdumuzdur. Diğer bir deyişle Türkler Anadolu’ya 1071 yılında gelmemişlerdir. Ondan evveli vardır. Anadolu’dan Ege adalarına oralardan yukarılara göçler olmuştur. İskandinavlar bile artık DNA araştırmalarına bakıp köylülerin oralara Anadolu’dan gittiklerini yazmaktadırlar. İskandinav sagularında Oden’in yanında Türk ve Asyalılarla birlikte Turkland’dan geldiklerini yazar. Turkland’ın neresi olduğu konusunda üç seçenekten bahsedilir: Karadeniz’in kuzeyi, Kaşgar ve Troya (Turova). Troya (Turova) bölgesi aynı zamanda ilk olarak Asya olarak anılan yerdir. O nedenle oğullarını Avrupa ülkelerine kral olarak bıraka bıraka giden Odin’in memleketi olan Turkland Truva bölgesindeki Asya’dır. (Daha fazla bilgi için İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri ve İsveçlilerin Türk Kökenleri isimli kitaplarımıza bakınız) Almanya dediğimiz gibi Turkland’ı Türkiye olarak yorumluyorum. Değerli Araştırmacı Semra Bayraktar Turova ve Saka Türkleri kitabında, Truva, Troya denen yerin adının Turova olduğu tezini ortaya koyuyor. Yabana atılmamalı.
[2] http://telekomculardernegi.org.tr/haber-7602-balkanlarda-bir-ask-hikayesi.html
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.