Dün olduğu gibi bugün de ozanın ana sorumluluğu halkın gören gözü, duyan kulağı, söyleyen dili olmaktır. Halkla duygudaş olmayan bir ozan halkın duygularını yansıtamaz. İçinden çıktığı topluma karşı sorumluluk taşımayan bir ozan halkın sorunlarını dile getirip onun sözlüğünü yapamaz. Bu bilince sahip ozanlarımız hiçbir karşılık beklemeden bu görevlerini büyük bir özveriyle gönüllü olarak yerine getirmektedir. Bu ozanlarımızdan biri de Mustafa Aydınlı’dır.
İbrahim GÖSTERİR, Konuk yazar
Ozanlık geleneği, kökü şamanlık çağına değin uzanan köklü bir gelenektir. Güçlü bir gelenek olması dolayısıyla da varlığını tarihsel süreç içinde değişerek, dönüşerek koruyabilmiştir. Eskinin kopuz çalıp destan söyleyen ozanı, yaşam koşullarının gerektirdiği toplumsal değişimlere ayak uydurarak zamanla saz çalan âşığa dönüşmüştür. Gelenek, bu sürekliliğini kuşkusuz kendisini yaratan, geleceğe taşıyan ozanlara/âşıklara, onların bilinçli çabalarına borçludur.
Günümüzden yüz yıl kadar önce, 1920’lerde edebiyat tarihçisi bir aydınımızın âşıkların teknolojik gelişmelere ayak uyduramayarak ortadan kalkacağı öngörüsü gerçekleşmemiştir. Bugün sanatını sözlü kültür ortamında uygulayan gezginci âşıkların sona erdiği doğrudur. Ancak gelişen yazılı, elektronik kültür ortamları âşıkların elden ele gezmeden de seslerini çok uzaklara ulaştırmalarına olanak tanımıştır.
Âşıklar/ozanlar teknolojik gelişmeleri kullanarak; kitaplar, destanlar bastırarak, plaklar, ses bantları (kasetler) doldurarak, sosyal medya ortamlarından yararlanarak daha geniş kitlelere seslenme olanağına kavuşmuştur. Geleneğin eski gücünü yitirmesine karşın sürüyor olmasının nedenlerinden biri budur. Asıl önemli olan neden ise halkın ozanına sahip çıkması, onu bağrına basmasıdır.
Halkın duygularını, düşüncelerini dile getiren ozan, onun sözcülüğünü yapmakta, haklarını savunmakta, kimi konularda halkı bilinçlendirip ilgilileri uyarmakta, böylelikle halkın bir gereksinimini karşılamaktadır. Geçmişten beri birçok görevi yerine getirdiğini bildiğimiz ozanın en önemli işlevi de budur.
Ozanın halkla kurduğu bu duygudaşlık bağı halk şiirimizde dört önemli geleneğin boy vermesini sağlamıştır. Halkın sevgi gereksinimine ayna olan Yunus’un şiirlerine özdeş konuyu işleyen başka Yunusların şiirleri karışmış, başat konusu insan sevgisi olan bir Yunus Emre geleneği ortaya çıkmıştır.
Halkın gözünde bir erdem olan yiğitliği işleyen koçaklamalarıyla ünlü Köroğlu, kendi adıyla anılan geleneği başlatmıştır. Baskıya, zulme, haksızlığa karşı duruşuyla Pir Sultan Abdal, halkın gönlünde taht kurmuş, başka ozanların yazdığı benzer konulu şiirler de ona mal edilerek Pir Sultan Abdal şiir ırmağına karışmış, ortaya Pir Sultan geleneği çıkmıştır.
Aşkı, güzelliği yücelten yapıtlarıyla Karacaoğlan, başka bir geleneğin kurucusu olmuştur. Dinsel, mezhepsel, etnik ayrılıklara karşı duruşuyla öne çıkan Âşık Veysel, ulusal birliği, bütünlüğü öne çıkaran şiirleriyle yeni bir geleneğin kurucusu sayılmalıdır.
Dün olduğu gibi bugün de ozanın ana sorumluluğu halkın gören gözü, duyan kulağı, söyleyen dili olmaktır. Halkla duygudaş olmayan bir ozan halkın duygularını yansıtamaz. İçinden çıktığı topluma karşı sorumluluk taşımayan bir ozan halkın sorunlarını dile getirip onun sözlüğünü yapamaz. Bu bilince sahip ozanlarımız hiçbir karşılık beklemeden bu görevlerini büyük bir özveriyle gönüllü olarak yerine getirmektedir. Bu ozanlarımızdan biri de Mustafa Aydınlı’dır.
Aydınlı, geçimini ekicilikle sağlayan yoksul bir köylü ailesinin çocuğudur. Bu yüzden çocukluğu, gençliği sıkıntılar içinde geçmiştir. Yaşayarak, gözlemleyerek öğrendiği toplumsal gerçekleri okuduklarıyla pekiştirerek sağlam bir dünya görüşü edinmiştir. Zamanla içinde biriken duyguları, düşünceleri şiirle, yazıyla anlatmaya başlamıştır. Gençlik döneminin ürünü olan şiirlerini “Keşiş Dağı” (2002) adlı bir yapıtla okuyucuya sunmuştur. Gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında yayımlanan gazetelerde köşe yazarlığı da yapan Aydınlı, güncel siyasetle, ülke sorunlarıyla ilgili yazılarının bir bölümünü “Yarın” (2018), “Bir Ülke Düşünün” (2019) adlarıyla kitaplaştırmıştır.
Aydınlı, bu yapıtında Keşiş Dağı’ndaki şiirlerini yeniden gözden geçirmiş, anlatımına kıvraklık, akıcılık kazandırmış, başka bir deyişle kendini aşmış usta bir ozan olarak çıkıyor karşımıza. Toplumsal eleştirinin ağır bastığı şiirleriyle tarafını net olarak belirliyor:
Ne geride ne sondayım
Bir kavgada en öndeyim
Haklı olandan yandayım
Söylüyorum duyun beni
Az sözle çok şey anlatmanın ustası olan ozan, toplumsal geriliğimizin, yoksulluğumuzun nedenlerini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor:
Çalışan aç, yan yatanlar tok bizde
Bilim kapısını açan yok bizde
Cahil dede, sahte derviş çok bizde
İman gayretine kollama boşa
Çağından sorumlu bir ozan olarak gördüğü, yaşadığı olumsuzlukları; bireysel, siyasal, toplumsal bozuklukları, yozlaşmaları birer birer tarihe not düşüyor.
Cehaleti bayrak yaptık
Dalga dalga taşıyoruz
Biz çağı geriye doğru
Ha aştık ha aşıyoruz
*
Aydınlı paraya tapıp
Haktan adaletten sapıp
Hırsızı padişah yapıp
Çok çalınca şaşıyoruz
Kuşkusuz, ozanın görevi sorunları, aksaklıkları sayıp dökmekle bitmiyor. Toplumcu ozan bu sorunların çözümünü de göstermek, bu konuda kamuoyu oluşturmak, halkı bilinçlendirip yetkilileri uyarmak durumundadır. Aydınlı’nın şu dörtlükleri onun sorumluluklarının bilincinde bir ozan olduğunun kanıtıdır:
Şu seçimler sanki bize yaradı
Seçtiğimiz vekil halktan ıradı
Adaletse cümlemizin muradı
Haksızı defterden silmemiz gerek
*
Aydınlı ne çıkar kuru çeneden
Eline ne geçti bunca seneden?
Halkı soyan kan emici keneden
Kurtulmamız ya da ölmemiz gerek
Başka bir şiirinde;
Savaşlar yüzünden gün günden beter
Hakça bölüşmeden kavga mı biter?
İnsanın insanı ezdiği yeter
Haksızlık üstünde duralım dedim
diyen Aydınlı, şiirlerinde insanın insanca yaşadığı bir düzenin özlemini dile getiriyor.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.