İyi bir hayat nedir ve neden istediğimiz bir hayatı yaşamıyoruz? Neden iyi bir hayat yaşamıyoruz ve neden istediğimiz ve yaşayabileceğimiz hayatlardan farklı hayatlar yaşıyoruz?
Hüseyin DUYGU
huseyin.duygu@haber.dk
Danimarkalı masal yazarı Andersen ‘Yaşamak seyahat etmektir’ demiş iki yüz yıl önce! Benim sloganım ise her zaman “Yaşamak mücadele etmektir” olmuştur. Eğitim almak için mücadele ediyoruz. İş bulmakta zorlanıyoruz. Çocuklarınızın hayattaki en iyi koşullara sahip olabilmesi için savaşıyoruz. Hayatta her şey bir mücadeledir. Hayatta hiçbir şey kendiliğinden gelmez ya da hak verilmez alınır diyebiliriz.
Yaşamın kolay olduğu düşüncesi doğru değildir, yaşam bize bunu hayatımızın her aşamasında anımsatır.
Mücadele iyi bir ruh, fizik, sağlık ve refahla el ele gitmelidir. O olmadan kavgadan bahsetmek boşunadır. Kendinizi zihinsel veya sağlık açısından iyi hissetmiyorsanız, kendiniz ya da başkaları için ne gibi bir iyilik yapabilirsiniz?
Ne yazık ki, çok sayıda yakından tanıdığım insan ve özellikle de uzun süre stres altında yaşayan tanıdıklarım aniden çok erken çok erken yaşta yaşama veda ettiklerine tanık oluyorum. Heyecan verici ve zamansız çalışmalar o kadar çok zaman alıyor ki kendinizi unutuyorsunuz.
Tanıdıklarımın hayatlarından edindiğim bu pahalı deneyimler nedeniyle yaşamımı ara sıra sorguluyorum.
Geçenlerde 40 yıldır tanıdığım, aniden ve haber vermeden ölen bir arkadaşıma veda etmek zorunda kaldım. Aramızdan birini kaybettiğimiz zaman yaptığımız vedayı, cenazenin, ölenin acısını ve anısını paylaşma fırsatı vermesiyle ne kadar önemli bir ritüel olduğunu düşündüm. Bu hayattan giden sevdiklerimiz, belki de hâlâ bizimle konuşmaya devam ediyordur.
Ölüm hiç bitmeyen bir sohbettir. İlk veda vardır ama sonuncusu asla yoktur. Ölülerin asla cevap vermeyeceğini düşünürsek yanılıyoruz. Sorularımızı sormaya devam ediyoruz ve ölüler, onlarla ilgili anılarımız aracılığıyla konuşmaya devam ediyoruz.
Unutulmak ya da kendi ölümümüz konuşmayı sonlandırabilir. Ama bu bir vedadan daha fazlası. Batıl inançlı insanlar hayaletler görebilir ya da ölülerin kendilerini rahatsız ettiğini hissedebilirler. Ama sevdiğimiz insanlar bizi rahatsız etmiyor. Bize hediyeler vermeye devam ediyorlar. Onları hatırladığımız sürece kaybolmazlar. Ve hatıralar, pek çok odası ve kapısı olan bir evlerdir.
Geçenlerde aniden ölen tanıdığımın ölümü o kadar acımasızca aniden geldi ki.
Onu bireysel olarak son kez bir ay önce görmüş olsam da, hâlâ gözümün önünde. Uzun bir zaman önce, hayatı birlikte keşfedip deneyimleyeceğimiz, vedalaşma zamanımızın olduğu umuduyla ayrılmıştık. Ama bana veda etmeden aniden öldü bu arkadaşım.
Şimdi her birimiz, geriye dönüp baktığımızda, ölüm rüzgârında aniden çarpan bir kapının sesi gibi hem çözümlenmemiş hem de kesin olan bir karşılaşmanın anısı üzerinde durmalıyız.
Tabutun etrafında toplanıp ilk vedalarımızı yaparız. Birbirimizin gözlerine baktığımızda ve birbirimizin ellerini tuttuğumuzda bunu hissederiz. Sanırım onun birden öleceği benim için o kadar gerçekdışıydı ki. Ama bugün gerçek olan onun artık yaşamadığı. Anılarımda pek çok başka şey, pek çok konuşma, pek çok toplantı olacak. Onu her anımsadığımda benimle eskiden olduğu gibi iyi bir adam olarak konuşmaya devam edecek. Ve onu her andığımda, tıpkı birbirimizi gördüğümüzde yaptığı gibi, bana yeni bir şeyler anlatacak.
Tek bir hayat yoktur
Keşke bir anlığına
Ölümsüz olsak
Ölüm her zaman tam o anda erken gelir.
Kapı kolu işe yaramaz
O görünmez kapıda.
Kişinin yaşadığı süredeki başarılarını
Azrail ondan alamaz.
Onları biz anılarımızla yaşatırız.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.