Cengiz KAHRAMAN
Onbinlerce insan, hem de tüm dünyanın koronavirüs gibi ciddi bir salgınla karşı karşıya kaldığı bir dönemde ABD’de, İngiltere’de ve dünyanın bir çok yerinde, hayatlarını riske atarak sokaklara dökülüyor, ırkçılığı kınayan çığlıklar atıyor, “Yeter artık, Susma, Siyahları öldürmeyin!” diye haykırıyorsa, bunun üzerinde bir düşünmek gerekiyor.
ABD’de 46 yaşındaki işsiz siyahi George Floyd’un polis şiddeti sonucu ölmesi, yoksa bardağı taşıran son damla mıydı, içten içe yanan bir çırayı mı alevlendirdi Floyd?
Görülen o ki, Floyd’un ölümü fitili ateşledi. İnsanlar sokaklara döküldü, adalet aradılar. 21. yüzyılda yaşanan ırkçılığa, polis şiddetine karşı isyanlarını dile getirdiler. Bu protesto gösterilerinde en dikkat çeken de, ırkçılığa tepki gösterenlerin, özellikle de ABD’de köle tacirlerinin heykellerini parçalaması, yerlerinden sökmesi, sokaklarda sürümesiydi. Bundan payını Amerika kıtasını keşfettiği düşünülen ve sömürgeciliğin önünü açan İtalyan kaşif Kristof Kolomb da aldı. Kolomb’un heykelleri yerinden sökülerek göle atıldı.
Peki, ABD’de başlayan ve tüm Avrupa’yı saran “Black Lives Matter – Siyahların hayatı değerlidir” adı altındaki ırkçılık karşıtı gösterilerde, neden göstericiler kendi ırkçı geçmişleriyle yüzleşmeyi, tarihle hesaplaşmayı bu heykeller üzerinden yaptılar? Ülkelerin geçmiş tarihinin söz konusu bu heykeller üzerinden sorgulanması doğru mudur? Köle tacirlerinin heykelleri yıkılarak ülkeler geçmişteki bu utançlarından kendilerini kurtarabilecekler mi?
Bugünlerde Batı medyasında bütün bu sorulara yanıt aranmaya çalışılıyor ve halen uzun uzun tartışılıyor. Tartışmalarda, İngiltere, Fransa, Belçika ve Danimarka’da o dönemlerdeki kralların rolleri ve sorumlulukları irdeleniyor.
Danimarka medyasının bir kısmında ise, içerikten ziyade, zamanlama, korona salgınının yeniden yayılması endişesi, Kopenhag ve Aalborg’daki gösterilerde yaşanan fikir ayrılıkları ön plana çıkarılıyor.
Bazı akademik çevreler ve aydınlar ise tartışmalara farklı boyuttan katılıyor. Bu tartışmalarda bazı Danimarkalı tarihçiler, “iyisiyle kötüsüyle bu bizim tarihimiz” derken, sol kanattaki politikacılar ve ülkedeki bazı aydınlar da, “heykellerini diktiğimiz, sokaklara, caddelere adlarını verdiğimiz bu kişilerin iyiliklerini, hayırseverliklerini bilmek kadar yaptıkları kötülükleri de bilmek bu toplumun hakkı. Tarihimizin karanlık sayfaları da bilinmeli. Bu heykellerin altına köle taciri oldukları da yazılmalı, tarihçilerden oluşan bir kurul kurulmalı ve onlar buna karar vermeli” diyor.
Bu tartışmalarda Danimarka’nın masum olmadığı, kölecilik ve sömürgeciliğin önemli bir parçası olduğu ifade ediliyor ve Danimarka’nın dünyadaki köle ticaretinde ABD’den sonra 7. sırada olduğu belirtiliyor. Örneğin, tarihe adını başkent Kopenhag’ı güzelleştiren, şatolar inşa eden bir kral olarak yazdıran Kral 5. Christian’ın, bunları sömürgecilik yıllarında köle satışlarından elde edilen gelirlerle yaptırdığının bilinmemesine ve tarih kitaplarında yeralmamasına dikkat çekiliyor.
Bir Danimarkalı tarihçi, “Bugünkü bakış açısıyla geçmişi yargılama konusunda dikkatli olmalıyız. O zamanlar tamamen normaldi ve köle tüccarlarının yaptıkları kötülük olarak görülmüyordu. İnsanları geçmişte yaşananlarla suçlayamazsınız. Ama en önemli şey geçmişi anlamaya çalışmak. Geçmişi anlayamazsak, tekrarlama riski vardır” diyor ve şöyle tamamlıyor:
“Milli futbol maçlarına giderken, Vikingler gibi giyiniyor, başımıza Viking şapkaları geçiriyoruz. Gittikleri yerleri talan eden, yakan, yıkan, kadınlara tecavüz eden Vikinglerin torunu olmaktan utanç duymadığımız gibi, bir Viking olduğumuzu her fırsatta gösteriyoruz. Vikinglerin torunu olmaktan gurur duyuyoruz” diyerek heykellerin yıkılarak tarihin silinmeyeceğine vurgu yapıyor.
Danimarka’da o dönemle ilgili tartışma bu boyutta seyrederken, Fransa’da da sömürgeci güç olarak Fransa’nın tarihle yüzleşmesi konusunda büyük tartışma yaşanıyor. Örneğin, Fransa’nın büyük kentlerinden Bordeuax’da 21 sokak ve caddeye köle tacirlerinin adının verilmiş olmasına da dikkat çekiliyor.
Fransa’daki tartışmalarda ise, Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un, “Irkçılıkla mücadele tarihi yeniden yazmakla olmaz. Cumhuriyet rejimimiz tarihteki ne bir adı ne de izleri silmeyecektir. Heykelleri kaldırmayacağız. Hep beraber tarihimizi daha net görmeye, anlamaya çalışacağız” diyerek son noktayı koyması dikkat çekiyor.
Belçika’da da benzeri tartışma yaşanıyor. Belçika’da ülkeyi 1865’ten 1909’a kadar yöneten ve “sömürgeci kral” olarak bilinen Kral 2. Leopold’a yönelik tepkilerin öfke seline dönüşmesi üzerine Kral 2. Leopold’ın heykeli kaldırılıyor. Kral 2. Leopold da 1885 – 1908 yılları arasında Kongo’da yaptığı zalimlikler ve milyonlarca insanın ölümünden sorumlu tutuluyor.
İngiltere’de de başkent Londra Belediye Başkanı Sadıq Khan’ın köle tacirlerinin heykellerinin kaldırılması yönündeki talimatı dikkat çekiyor.
En dikkat çekici açıklama ise, Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in, “Kendi ülkemizdeki ırkçılık karşısında sessiz kalırken George Floyd’un ölümünden yakınamayız. Irkçı olmamak yetmez. Irkçılık karşıtı olmalıyız. Burada da insanlar dışlanıyor” diyerek Almanlara öz eleştiri çağrısı yapmasıydı.
Batıdaki o dönemlere dair tartışmalardan anlaşılan şu ki, Batı geçmişinden pek ders almışa benzemiyor. Avrupa’nın başkentlerinde bugün insanlar sokaklara çıkıp, ırkçılığı kınıyorlarsa bu köleliğin, ırkçılığın bitmediği anlamına geliyor. Bugünün Amerika’sında ve Avrupa’da modern köleler siyahlar, kadınlar, çocuklar ve göçmenler.
Hafızalarınızı biraz kurcalayın. Danimarka’da eski liberal sağ hükümetin Maliye Bakanı göçmenlere düşük ücret önerisinde bulunmuştu ve Doğu Bloku ülkeler Avrupa Birliği’ne alındıktan sonra ülkeye çalışmak için akın eden Doğu Avrupalılar düşük ücretle çalıştırılmıştı.
‘Batı standartlarında çalışmıyorlar, insanlar düşük ücretle köle gibi çalıştırılıyor, çocuk işçi çalıştırıyorlar’ diyerek, Uzakdoğu’dan, Afrika’dan, Latin Amerika’dan mal satınalmak istemeyen ve o ülkeleri protesto eden Avrupa, o ülkelerden daha farklı değil aslında. Seçimler yaklaştığında göreceğiz. Artan işsizliğin faturası her zaman olduğu gibi yine göçmenlere kesilecektir.
Açıkçası, 21. yüzyılda Avrupa’nın göbeğinde modern köle pazarı kurulmaya devam ediyor. Ortaçağda ayaklarına zincir vurulan köleler kent merkezlerinde açık artırmayla satılırdı. Değişen pek fazla bir şey yok. Şimdi de boğaz tokluğuna çalıştırılmak isteniyor.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.